“Ana rahmine şarkta düşmüş çocuklar / Lastik ayakkabılarıyla / ‘Korkma sönmez bu şafaklarda’ / 126 Elif / Pamukta öğretmenim / 127 Berivan / Tütünde / 128 Uğur / ‘Meçhul öğrenci anıtında’ / Ya sen niye geldin 129 / Ben üzümcüydüm öğretmenim…”[i]
11 Temmuz Kürt halkı için tarihi bir gündü. PKK’nin kendini feshinden sonra bir grup gerilla dünya basınının önünde silahlarını yaktı. Merasimi izleyen yaşlı bir Kürt, silahlarını kazana atıp alanı terk edenlerin ardından, “Ama çıplak kaldılar” diye mırıldandı. Gözleri yaşlıydı. Başlı başına bir metafor olan bu cümle silah yakma merasimi gibi hafızalara kazındı.
Ben de merasimi izledikten sonra sosyal medyada duygularımı – doğaçlama olarak- kısaca şöyle paylaştım:
“Programını 40 yıl süren mücadelesini beğenelim beğenmeyelim, devletin defalarca artık bitti bitirdik dediği ama Kürt halkının önemli bir kesiminin desteğini aldığı için -darbeler alıp zayıflasa da – önemli ölçüde gücünü koruyan PKK kendini feshetti şimdi de silah bırakıyor. Memnun olanlar olmayanlar var. Komplo teorileri de çok. Bu "süreç"i beğenmeyebiliriz. AKP iktidarı, MHP'nin desteğiyle adım adım adım ülkeyi karanlığa sürüklüyor. Faşizm tırmanıyor. Dem Parti'nin halkın iradesiyle seçilmiş belediye başkanlarından sonra şimdi de CHP'nin seçilmiş başkanları zindanlara dolduruluyor. Bütün bunlar doğru ama Kürtlere "neden silah bırakıyorsunuz, savaşın" deme hakkımız yok.
Kürt halkı çok acı çekti.
Umutlarına sevinçlerine "Barış Düşleri"ne saygı duyalım.
Eleştiri hakkımız saklı kalsın.
Umarım ana dilde eğitim hakkı ve siyasi tutsaklara genel af başta olmak üzere bu halkın demokratik taleplerine olumlu yanıt verilir. “
Bu kısa açıklamama tepkiler gecikmedi. Faşist bir rejimin, AKP diktasının “Kürt halkının demokratik taleplerine” yanıt verip veremeyeceği doğru bir soruydu. Bu soruyu tabi ben de soruyorum. Ayrıca tam da M. Ender Öndeş’in ifadesiyle “Demokrasi ve hukukun bütünsel bir diyalektiği var ve Erdoğan’da genel olarak bir demokratlaşma eğilimi gözlenmediği gibi, neredeyse seçimsiz bir rejimi özlediği, bu anlamda ‘Terörsüz Türkiye’den, ‘Muhalefetsiz Türkiye’yi anladığı açık. (…) Sonuçta, bütün bu işlerin nereye varacağı, Kürt hareketinin attığı adımların karşılığının ne kadar gerçekleşeceği hareketin kadrolarından sokaktaki Kürt amcalara kadar herkesin kafasında soru işaretleri olarak duruyor.”[ii]
***
Yıllarca “Kürt yoktur, Kürtçe yoktur” onların kökeni Türk’tür ya da “En iyi Kürt ölü Kürt’tür” sloganı atan, sonra (Kürtlerin mücadelesi sonucu) evrim geçirip “tamam Kürtler vardır ama onlar da Türk üst kimliğini kabul etmek zorundadır” demeye başlayan gizli açık ırkçılar bu gelişmeler karşısında çok öfkelendiler. Onlar da ezber sloganlar eşliğinde nefretlerini kustular. Leman Dergisine saldıran “Tekbir”ciler ile mevsimlik göçmen işçileri Kürt oldukları için taşlayan “Ya sev ya terket”çiler nefret söylemlerinde birleşti.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bu süreci, silah bırakma etkinliğini desteklediğini açıklaması ise bu kesimi hayal kırıklığına uğrattı.
Yıllar önce elime Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın gizli bir kitabı geçmişti. Muhtemelen bu güruh bu tür yayınlardan beslenmiştir diye düşünüyor ve kitaptan bir bölüm paylaşıyorum:
“Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz ve kış aylarında erimeyen karlar vardır. (…) Bu karın üzerinde yürüyünce, ayağını bastığın yer içeriye çöker ve “kırt-kürt” diye ses çıkarır. İşte bu sese izafeten sıkışmış kara – yatkın kara Kürt veya Kürtün denmektedir. (…) Kürtçe konuşma lisanı 7000-7500 kelime toplamından ibarettir. Bunun 4000 kelimesi Orta Asya’dan getirilen öz Türkçe kelimelerdir. 3000 kelimesi Arapça ve Farsça, 300 kelime İbranice, 100 kelimesi Ermenice ve diğer mahalli lehçelerdir.” (Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar. Yayın 1. Hizmete Özel. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ankara Basımevi.1982.)
Yukarıda okuduğunuz satırlar bir şaka, geri zekâlı bir adamın uydurması değil, KARA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI’nın 1982 yılında yayınladığı, “Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar” adlı kitabın 43. Sayfasından yaptığım bir alıntıdır.
Nereden nereye geldik değil mi?
Demem o ki Kürtler mücadele etmeseydi bu nefret söylemleri, inkâr politikası, psikolojik ve fiziki şiddet devam ederdi. Yusuf Karataş’ın dediği gibi: “Onlarca yıldır sürdürdüğü ulusal-demokratik mücadelede ağır bedeller ödeyen ve büyük bir mücadele deneyimi kazanan Kürt halkı, bugüne kadar ortaya koyduğu tutumla burjuva gericiliğin payandası olmayı kabul etmeyeceğini göstermiştir. Silahlar yakılırken bile ‘terör’ söylemini ağzından düşürmeyen iktidara karşı Kürt halkı ve ülkedeki demokrasi güçlerinin en büyük silahı yine kendi birleşik mücadeleleri olacaktır. Bu süreci faşist rejim inşasının ve bölgedeki (Ortadoğu) yayılmacı emellerinin bir dayanağı haline getirmek isteyen iktidar blokunun bu hesabının ne kadar tutup tutmayacağını ülkedeki emek, demokrasi ve halk güçlerinin ortaya koyacağı mücadele belirleyecektir.[iii]
***
Diğer yandan PKK’nin Kültürel Özerklik dahi talep etmeden kendini fesih kararı alıp silah bırakması bazı Kürt muhalif çevrelerde tepkiyle karşılandı. Destekleyenler olduğu gibi eleştiriler de vardı. Onlara da Fehim Taştekin şu hatırlatmayı yaptı: “PKK’nin silahsızlanma kararı kısa vadede iktidara nefes aldıracak olsa bile uzun vadede faşizan ve otoriter gidişata (karşı) daha örgütlü ve kitlesel mücadele zeminini hazırlayabilir. “ [iv]
Ben de bu umudu taşıyorum.
G. G. Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ adlı romanını birçoğunuz okumuşsunuzdur. Romanda iç savaş esnasında komutan olan kahraman, barış için girişimlerde bulunur. Barış yapmak, düşmanı masaya oturtabilmek için savaşın boyutunu yükseltir. Peki, Türkiye’deki adı konulmamış savaşın boyutu yeterince yükselmedi mi? Yeterince can yakmadı mı? Ve neredeyse 40 yıl oldu. Kaç ocak söndü. Kaç yüz bin insan işkenceden geçti. Kaç aranan Kürt’ün anası, babası çarmıha gerildi. Kaç Kürt çocuğu Uğur Kaymaz [v] gibi ‘yanlışlıkla, terörist sanılarak’ kurşuna dizildi. Kaç bin köy boşaltıldı, yakıldı. Kaç yüz bin insan göçe zorlandı. Kaç bin fail-i meçhul var. Cumartesi Anneleri kaç yıldır çocuklarını arıyor. Binlerce T.C. vatandaşı Kürt neden ata toprağından uzakta Avrupa’da sürgünde. Ve PKK’lilerin yanı sıra kaç Türk askeri öldü. Kaç asker anası ağladı. Kaç asker çocuğu yetim kaldı. Ya onların dramı. Ya zindanlarda yatanlar. On, on beş yıldır. Yirmi yıldır, otuz yıldır yatanlar. Hasta oldukları halde tahliye edilmeyip zindan hayatını kaybedenler. Ya meclisten yaka paça alınıp zindanlara doldurulan Kürt milletvekilleri. Belediye başkanları. Kayyumlar. Ya komik nedenlerle yargılananlar. ‘W’ harfi için örneğin. ‘Sayın’ hitabı için. Üç renk için. ‘Pekaka’ değil de ‘Pekeke’ diye telaffuz ettikleri için. Çocuklara verilen isimler için. Söylenen türküler için.
Tüm bunlar AKP’den önce başlayıp AKP ile artarak devam eden devlet terörü değil midir?
DHF’nun yıllar önce düzenlediği Hrant Dink gibi birçok aydının de konuşmacı olduğu, iki gün süren Kürt sempozyumunda yaptığım konuşmada şunları söylemiştim: “Kolektif haklar yerine, kazanımları bireysel haklara hapsedersek, kazanımlar anayasal güvenceye alınmazsa devletin güvenlik güçlerinin kaçırıp katlettiği, bir mezar yeri bile bulunmayan 17 bin insanın kemikleri sızlamaz mı?’”
Sorularım hala geçerli.
***
Sonuç itibariyle en küçük demokratik açılım / kazanım bile bizi sevindirecektir. Ve bunu inayet değil, kazanılmış haklar olarak kabul edeceğiz. Bu gelişmelerde, kazanımlarda sosyalistlerin katkısı unutulmamalı diyeceğiz. Zira biz sosyalistler, -emek-sınıf-sosyalizm mücadelesini ihmal etmeden- çoğunluğun sustuğu, üç maymunları oynadığı dönemde konuşuyorduk. Yazıyorduk.[vi] Çiziyorduk. Yürüyorduk. Kürt halkının demokratik taleplerini savunuyorduk. Onlarla yasal planda dayanışıyorduk. Bu nedenle öldürülüyor, hapse giriyor, sürgüne yollanıyorduk.[vii]
Zamanı gelince de eleştiri görevimizi yerine getiriyorduk.
Bundan sonra da devam edeceğiz.
Sonsöz de şair dostum Sezai Sarıoğlu’ndan olsun:
“Teorik ve pratik varoluşlarını ulusal soruna ve kimlik politikalarına indirgemeyen ama bunları gözardı etmeyen sosyalistler açısından, kapitalizm ve emperyalizm var oldukça, savaşların çizgiyi ve çizmeyi aştığını ve aşacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok.
Her şeye rağmen, boyundan büyük işler yapma sırası artık ‘Barış’ta...
Lakin tedbir getirmek şart!”
13.07.2025
[i] Adil Okay. Eylül kokusu. Ütopya yayınevi. Ankara. 2014.
[ii] https://www.sendika.org/2025/07/tarihe-taniklik-carpe-diem-m-ender-ondes-yeni-yasam-729542
[iii] https://www.evrensel.net/yazi/97306/pkknin-silahsizlandirilmasi-erdoganin-mujdesi-ve-halkin-silahi
[iv] https://www.avrupademokrat8.com/bundan-sonra-top-devletin-sahasina-geciyor-fehim-tastekin/
[v] https://youtu.be/lb3vmwQNwLU?si=DOp7jxo9sWZOY8Th
[vii] Örneğin “Karanlığın içinde aydınlık yüzler” adlı politik belgesel tiyatro oyunumda bir sahne Diyarbakır hapishane katliamına ve Dörtlere ayrılmıştı. Bir diğer sahne ise Musa Anter’e. Bu oyun onlarca kentte sahneye kondu. Kitap olarak da yayınlandı. Künye: Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler, Oyun 2 perde, Adil Okay, Ütopya yayınevi, Ankara.
https://youtu.be/lb3vmwQNwLU?si=DOp7jxo9sWZOY8Th