Çocukluğumun masum oyun nesnesi olan kuklalar, bugün politik sahnede görünmez iplerle oynatılan figüranlara dönüştü…

Evet...
Masumiyet neden figürana dönüştü?

Figüranlar genellikle etkisiz elemanlar olarak görünürler; oysa gerçekte, sahnenin acısını taşıyan, görünmez ama hissedilen objelerdir. Bugünün figüranları, artık acıyı taşımıyor; onu üretiyor. Masum değiller. Bir kukla değil, bir düzenin müteahhidi oldular. Yani bir merkezden yönetilmeyen, birçok görünmez el tarafından çekilen, görünmez iplerle yönetilen kuklalar…

Geçtiğimiz günlerde bir alışveriş merkezinde gezerken, bir oyuncak mağazasının vitrininde çocukluğumun kahramanlarından biri olan modern çağ kuklası Pinokyo’yu gördüm. Bu görüntü beni ilkokul yıllarıma götürdü. Okullar arası bir bilgi yarışmasında elde ettiğimiz başarıdan sonra öğretmenimizin bize hediye ettiği kukla Pinokyo ve kitabı hâlâ belleğimde canlıdır. O yıllarda genellikle tahtadan yapılmış kuklalar oldukça yoğundu. Öğretmenimiz sınıfta Pinokyo’yu tanıtırken, onun çok önemli bir kurgusal karakter olduğunu anlatmıştı. Yaşlı ve yalnız bir marangoz olan Gepetto Usta’nın, sihirli bir odundan yaptığı Pinokyo’nun gerçek bir oğlan çocuğuna dönüşmesini ve yalan söyledikçe burnunun uzamasını konu alan bu çocuk kitabı, hepimizi derinden etkilemişti. Öyle ki sınıf arkadaşlarımızla birlikte, yalan söylersek burnumuzun gerçekten uzayacağını sanır, asla yalan söylememeye çalışırdık. Çünkü o dönemin Türkiye’sinde, çocukluğumuzun geçtiği mahallede yalan söylemek ayıptı küçüğünden büyüğüne.

Konvansiyonel (geleneksel) kuklaların imgesel ve simgesel anlamı post modern zamanla değişti. Kukla yapmak, kukla almak ya da kukla hediye etmek önemini yitirdi. Bu klasik tür, günümüzün distopik toplumunda bambaşka bir boyuta evirildi. Bugün artık o masum ipe sihir değil, strateji bağlanıyor. Artık karşımızda politik kuklalar var. Bunları üreten büyük emperyalist güçler. Politik kuklaların ipleri çok uzun; uzuvlarının bağlantı elemanları ise eskiye göre daha kıvrak. Her türlü esnemeyi, daralmayı yapabiliyorlar. Çürümenin sonucunda süngere benzer şekilde içine birçok şeyi çekerler. Onları yönetenler ise sahnenin, perdenin arkasında; kimi zaman ülke içinde, kimi zaman kıtalar ya da okyanuslar ötesinde gizleniyor. Yöneten kişi ne konuşuyorsa ne istiyorsa; ülke içinde ve dışında kuklanın davranışları da o yönde şekilleniyor.

Seyirciye sadece kukla görünür. Oyun bittiğinde ise işlevini yitiren politik kukla sahneden alınır, yöneticisinin duvarına asılır. Tarihin belirli bir döneminde yeniden kullanılmak üzere saklanır. Böylece politik kuklalar son derece “kullanışlı” hâle gelir. Ancak Pinokyo’nun aksine, yalan söylediklerinde burunları hiçbir zaman uzamaz

Eğer bir kukla olmak gerekiyorsa, halkın kuklası olmak gerekir. Gerçeği dobra dobra söyleyen, halk vicdanını temsil eden Karagöz gibi… Ama asla iktidarı ve düzeni meşrulaştıran, elit sınıfın temsilcisi olan Hacivat gibi olmamak gerekir. Peki, biz hiç düşündük mü, sahnedeki kuklalar gülerken kim ağlıyor?

Sonuçta, kuklaların iplerini kimin tuttuğunu bilmek, onları seyretmekten çok daha önemlidir. Çünkü sahne her an değişir, oyun biter; ama ipleri elinde tutan hep perde arkasında kalır.

“Peki ya biz?

Sahnenin karşısında oturan şu sessiz kalabalık…
Kuklanın mı tarafındayız, yoksa ipleri tutan görünmez ellere mi hizmet ediyoruz?

Gözlerimiz hep sahnede, ama ellerimiz nerede?
Belki de asıl kukla, sahnedekiler değil, alkışlayan bizleriz…

Bu yüzden gerçeğe ulaşmak için, sadece oyunu izlemekle değil, perde arkasında biri olduğunu bilerek perdeyi yırtma cesaretini göstermek ve kendi sesini duyurmak gerekir. Bugün bir kuklaya değil, ipleri tutan görünmez ellere bakmanın zamanı.
Çünkü bazen en devrimci eylem…