Kuzey Makedonya, son genel seçimlerin ardından yalnızca bir hükümet değişikliği değil, aynı zamanda devletin siyasal ve toplumsal bütünlüğünü ilgilendiren daha derin bir kırılma sürecine girmiş durumda. Yüzeyde demokratik bir iktidar devri yaşanıyor gibi görünse de, ülkenin siyasal mimarisi giderek daha parçalı, daha kırılgan ve daha çatışmalı bir hâl alıyor. Bugün Kuzey Makedonya’yı bekleyen temel risk, klasik anlamda bir yönetim krizi değil; etnik, kurumsal ve siyasal eksenlerde derinleşen yapısal bir parçalanma olasılığıdır.
Güvenlik Boyutu: Sessiz Kırılganlık
Kuzey Makedonya’daki siyasi parçalanma riski bugün henüz sokakta görünür bir çatışma üretmemiş olabilir; ancak bu durum yanıltıcıdır. Balkanlar’da krizler çoğu zaman sessiz başlar, ardından hızla sertleşir. Güvenlik kurumları hâlen işlevsel görünse de, siyasal meşruiyetin aşınması bu kurumların tarafsızlığına yönelik algıyı zedelediği anda, güvenlik boşlukları ortaya çıkmaya başlar.
Özellikle polis teşkilatı, yerel yönetimler ve kamu bürokrasisinde etnik denge algısının bozulması, devletin “herkese eşit mesafede” olduğu inancını zayıflatmaktadır. Bu tür durumlarda güvenlik meselesi yalnızca fiziksel tehditlerle sınırlı değildir; devlet otoritesinin ahlaki ve sembolik gücü de erozyona uğrar. Bu erozyon, devletin kriz anlarında toplumu mobilize etme ve yatıştırma kapasitesini ciddi biçimde sınırlar.
NATO Üyeliği Bir Güvence mi, Yanılsama mı?
Kuzey Makedonya’nın NATO üyeliği sıklıkla bir “sigorta poliçesi” olarak görülmektedir. Ancak NATO üyeliği, iç siyasal bütünlüğü otomatik olarak garanti eden bir mekanizma değildir. NATO, devletler arası tehditlere karşı kolektif savunma üretir; devlet içi meşruiyet krizlerini çözmez.
Hatta daha da önemlisi, NATO üyeliği kimi zaman iç siyasal sorunların ötelenmesine yol açan bir rahatlık hissi yaratır. “Nasıl olsa NATO var” algısı, siyasi elitleri zor ama gerekli uzlaşmalardan uzaklaştırabilir. Oysa Balkan deneyimi, dış güvenlik şemsiyesi altında iç çöküş yaşayan devlet örnekleriyle doludur. Bosna-Hersek bunun en çarpıcı örneğidir: NATO var, AB var; fakat siyasal işleyiş kronik olarak tıkanmıştır.
Kuzey Makedonya için risk de tam olarak burada yatmaktadır. NATO üyeliği, iç siyasi parçalanmayı durdurmaz; aksine yanlış yönetildiğinde bu parçalanmayı dondurur ve kronikleştirir.
Dış Aktörler: Sessiz Ama Etkili
Ülkedeki iç gerilimlerin bir diğer kritik boyutu, dış aktörlerin bu kırılganlık alanlarına ilgisidir. AB’nin zayıflayan cazibesi, Rusya ve Çin gibi aktörler için doğrudan bir fırsat alanı yaratmasa bile, Batı karşıtı söylemlerin güçlenmesine zemin hazırlamaktadır. Bu söylemler, özellikle Makedon milliyetçi çevrelerde “Batı bizi oyaladı” duygusunu pekiştirirken, Arnavut toplumunda ise “Batı verdiği sözleri tutmuyor” algısını derinleştirmektedir.
Bu çift yönlü hayal kırıklığı, ülkeyi jeopolitik olarak savrulabilir bir hâle getirme potansiyeli taşır. Kuzey Makedonya bugün açık bir eksen değişimi yaşamıyor olabilir; ancak stratejik belirsizlik hâli, ülkeyi dış müdahalelere daha açık kılar. Balkanlar’da hiçbir güç boşluğu uzun süre boş kalmaz.
Türkiye’nin Konumu: Sessiz Dengeleyici
Bu noktada Türkiye’nin Kuzey Makedonya ve genel olarak Balkanlar’daki rolü ayrı bir parantezi hak etmektedir. Türkiye, bölgede tarihsel, kültürel ve siyasal bağlara sahip olmasına rağmen, son yıllarda açık müdahaleci bir çizgiden özellikle kaçınmaktadır. Bu tercih, çoğu zaman yanlış biçimde “etkisizlik” olarak okunmaktadır. Oysa Ankara’nın yaklaşımı daha çok dengeleyici ve sistem-içi bir rol tanımına dayanmaktadır.
Türkiye açısından Kuzey Makedonya’nın istikrarı, yalnızca ikili ilişkiler bağlamında değil; Balkanlar’ın genel güvenlik mimarisi açısından da önemlidir. Arnavut topluluklarla tarihsel bağlar, Makedon devletiyle kurumsal ilişkiler ve NATO çerçevesindeki ortaklık, Türkiye’ye çok boyutlu bir manevra alanı sunmaktadır. Ancak bu alanın etkin biçimde kullanılabilmesi, ülkedeki çok-etnili denge rejiminin korunmasına bağlıdır.
Kısacası, Kuzey Makedonya’daki olası bir parçalanma, Türkiye’nin Balkanlar’daki dengeleyici rolünü de zorlayacakbir gelişme olacaktır.
Olası Senaryolar: Üç Yol Ayrımı
Mevcut tablo ışığında Kuzey Makedonya için üç temel senaryo öne çıkmaktadır:
Birinci senaryo, kontrollü uyum ve revizyondur. Yeni hükümet, Ohrid düzenini açıkça sahiplenir; Arnavut siyasal temsilini yalnızca koalisyon aritmetiğiyle değil, anayasal ruhla uyumlu biçimde yeniden üretir. Bu senaryo, istikrarı güçlendirir ancak ciddi siyasi irade gerektirir.
İkinci senaryo, donmuş gerilimdir. Sistem işler gibi görünür, ancak etnik güvensizlik derinleşir. Sokak sessizdir ama siyaset sertleşir. Bu, Bosna-Hersek tipi bir kronik kriz modelidir.
Üçüncü senaryo ise açık parçalanma riskidir. Siyasal dışlanmışlık hissi toplumsal mobilizasyona dönüşür; devlet güvenlikçi reflekslere yönelir; uluslararası aktörler devreye girer. Bu senaryo bugün için kaçınılmaz değildir, ancak yanlış adımlar atıldıkça ihtimal olmaktan çıkar.
Son Bir Uyarı Yerine
Kuzey Makedonya’daki mesele bir hükümet meselesi değildir. Bu, bir devlet tasavvuru meselesidir. Balkanlar’da devletler, çoğunluk iradesiyle değil; azınlıkların rızasıyla ayakta kalır. Bu rıza zedelendiğinde, sandık sonuçları tek başına yeterli olmaz.
Bugün Kuzey Makedonya için asıl soru şudur: Devlet, farklılıkları yöneten bir çatı mı olacak, yoksa onları bastırmaya çalışan bir aygıta mı dönüşecek? Bu sorunun yanıtı, yalnızca Üsküp’ü değil; tüm Balkanlar’ın geleceğini etkileyecektir.
Parçalanma kaçınılmaz değildir; ancak inkâr edilen risk, yönetilmeyen kriz hâline gelir.