Adil Okay; 12 Eylül mezalimini bizzat yaşamış olan Resul Kocatürk de bu kitapta zulmün hâlâ sürdüğünü anlatıyor.

RESUL KOCATÜRK’ÜN ‘TIMARHANEDE 22 GÜN’Ü *

Acılar yarıştırılmaz biliyorum. Ancak ne zaman 12 Eylül mezalimi üzerine bir öykü-roman okusam veya bir film seyretsem, eserin edebi- estetik derinliğinden, değerinden, filmin sinematografik başarısından önce gerçeği nasıl ve ne kadar yansıttığına bakıyor, sonra da kendi gerçekliğim(iz)le -yaşadıklarım(ız)la kıyaslıyorum. Gayri ihtiyari oluyor bu. Bir de bakıyorum gerçek reyting uğruna tahrip ediliyor, kavramların içi boşaltılıyor.  Oysa sanat edebiyat her dönem toplumsal altüst oluşlarda tanıklık yaparak, dolaylı da olsa tarihe not düşmüş ve “kamunun vicdanı” olmuştur. 12 Eylül de bir toplumsal alt üst oluştur. İlk on yıl, yani 1980-1990 arası yüz binlerce insan zarar görmüştür. Bu mezalimin edebiyata yansımaması mümkün değildir.  Ancak  “Kitap okumanın suç sayıldığı bir dönemde, gerçeğe sadık kalarak yazmak da kolay değildi. Yazar Resul Kocatürk’ün “tanık ve sanık” olduğu 12 Eylül gerçeği de imgelerle örtülemeyecek kadar ağır ve açık bir trajediydi. Başta Diyarbakır olmak üzere Mamak Metris, Ulucanlar gibi hapishanelerde “yaşananlar, tutsaklara yaşatılanlar” Adorno’nun, Auschwitz‘ten sonra şiir yazılamaz saptamasını çağrıştıracak kadar ağırdı. Buna rağmen gecikmeli de olsa bu dönem hakkında gerçeği betimleyen eserler yaratılmıştır.

“12 Eylül” bugün de -özelikle zindanlarda- farklı uygulamalarla sürüyor. Hasta tutuklu ve hükümlülerin insan onuruna yakışır tedavi olanaklarından yoksun olmaları, örneğin kelepçeli muayeneye, ameliyata hatta kelepçeli doğuma zorlanmaları kabul edilebilir değil. İşte “Tımarhanede 22 gün” adlı anı romanıyla kapımızı çalan, bizi rahatsız eden, uykularımızı kaçıran, 12 Eylül mezalimini bizzat yaşamış olan Resul Kocatürk de bu kitapta zulmün hâlâ sürdüğünü anlatıyor.

O halde Temel Demirer’in dediği gibi:

“Ona, onlara kulak vermeli; onları kopartıldıkları hayatın ortasına taşımalıyız. Çünkü onlar, ‘adalet(sizlik)’ denen bir zulmün hedef tahtasıdırlar... Onların efkâr, hüzün, özlem ve dirençle yoğrulmuş, ‘görülmüştür’ damgalı mektupları, Özdemir Asaf’ın, ‘Bana bir mektup geldi / İçinden ben çıktım,’ diyen dizelerindeki gerçeğin haykırışıdır… Onların yazdıkları, anlattıkları Adres-Siz mektuplardır…

Resul Kocatürk tek değil tabi. Mektup arkadaşlarımdan Aysel Koç ve Garibe Gezer hapishanede intihara sürüklendi, Halil Güneş hapishanede tedavi koşulları sağlanamadığından hayatını kaybetti. Dr. Ayhan Kavak ile birlikte hazırladığım “Firari yazılar” adlı kitaba katkı sunan yazar Nevzat Çapkın, Güler Zere gibi kanser hastalığı ilerledikten sonra tahliye oldu. Ama 1 ay yaşayamadı…

Ve hapishanelerde son bulan, saymakla bitmeyecek trajik yaşam öyküleri.

Ve tabi zulme başat gelişen direniş destanları.

Sonuç itibariyle hapishanelerden gelen mektuplardan ve ziyaretçilerin izlenimlerinden anlamaya çalıştığımız bu trajedileri ve direniş örneklerini Resul Kocatürk “Tımarhanede 122 gün” adlı çalışmasıyla bize içeriden anlatıyor:

“Çeyrek asra yaklaşan hapisliğim boyunca, bu lanet yerlerdeki hasta mahpuslarla ilgili ‘deli’ hikayeleri dışında elle tutulur hiçbir bilgiye, habere rastlamadım. Tek tük varsa da, kesinlikle istisna kabilindedir. Onun için, içerden birisi olarak burada tutulduğum sürece gözlemlediğim, yaşadığım hiçbir şeyi atlamadan not etmeye çalışıyorum. Umarım yazdıklarımı koruyabilirim ve o bir avuç da olsalar, duyarlı güzel insanlara ulaşmasını sağlayabilirim. “

Resul Kocatürk’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Bize içeriden bilgi verdiği, İnsan Hakları Örgütlerinin raporlarını kuru istatistik bilgi olmaktan çıkarıp, ete kemiğe büründürdüğü, resmi tarihin dışına çıkıp, gerçek hapishane tarihinin yazılımına katkı sunduğu ve nihayet o zor koşullarda bile “Başka bir dünya mümkün” diyebildiği için.

Künye: Resul Kocatürk, Tımarhanede 22 gün, Çarmıhtaki Hasta Tutsaklar, Şey Kitap Yayınları, İzmir, 2024.

*Güney Dergisi s.108