Günümüz dünyasında terör eylemleri sadece fiziki alanlarda değil, bilgi ve algı alanlarında da yürütülen bir savaşın parçası haline gelmiştir. Özellikle son yirmi yılda yaşanan küresel güvenlik krizleri, medya teknolojilerindeki hızlı gelişmeler ve dijitalleşmenin toplumsal dokuda yarattığı dönüşümle birlikte terör örgütlerinin medya ile olan ilişkisi çok daha stratejik, manipülatif ve etkili bir hâl almıştır. Bir yandan medya, kamuoyunu bilgilendirme ve toplumu haberdar etme görevini üstlenirken; diğer yandan da istemeden de olsa terör örgütlerinin korku yayma, gündem oluşturma ve propaganda yapma amacına araç olabilmektedir. İşte bu ince çizgi, medya ile terör arasındaki ilişkinin kırılganlığını tanımlayan en kritik alandır.
Terör Örgütlerinin Medya ile Yürüttüğü Algı Stratejileri
Terör örgütlerinin temel amacı salt fiziki bir tahribat yaratmak değildir. Onların asıl hedefi, toplumun genelinde korku, panik, güvensizlik ve çaresizlik duyguları uyandırarak psikolojik üstünlük kurmak ve kendi ideolojik hedeflerine dikkat çekmektir. Medya ise bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde -özellikle kontrolsüz ya da sorumsuz kullanıldığında- önemli bir araç işlevi görebilir.
Birçok örnekte gördüğümüz üzere, terör saldırılarının hemen ardından medya kanalları olay yerinden canlı yayınlar yaparak, kimi zaman doğruluğu teyit edilmemiş bilgileri kamuoyuyla paylaşmakta, kimi zaman ise teröristlerin söylemlerine veya eylemlerine geniş yer ayırarak farkında olmadan onların görünürlüklerini artırmaktadır. Özellikle eylemi gerçekleştiren kişilerin isimlerinin, videolarının ya da manifestolarının paylaşılması; örgütün “simgesel zafer”ini pekiştiren unsurlardır.
Örgütler için medya üzerinden yapılan her yayın, eylemin “etkisini” artırır. Dolayısıyla medya, bu tür eylemlerde yalnızca bir anlatıcı değil; eylemin etkisini büyüten bir çarpan işlevi görebilir. Bu nedenle, özellikle televizyon ve haber portalları gibi yüksek erişimli mecraların editoryal sorumluluğu son derece büyüktür.
Bilgilendirme Sorumluluğu ile Provokasyon Riski Arasındaki Hassas Denge
Gazeteciliğin temel ilkesi, doğru, hızlı ve tarafsız bilgi sunmaktır. Ancak terör olaylarında bu ilkenin uygulanması, hem teknik hem de etik açıdan oldukça zordur. Bir haberin ne kadarının kamu yararına olduğu, ne kadarının ise halkta korku ve panik yaratabileceği her zaman net bir biçimde ayırt edilemeyebilir. Bu da medyayı “bilgilendirme görevi” ile “provokasyon riski” arasında sıkışan bir aktöre dönüştürür.
Sansasyonel başlıklar, spekülatif yorumlar, güvenlik güçlerinin operasyonlarını zayıflatabilecek detayların ifşa edilmesi ya da mağdurların acılarının dramatize edilerek sunulması gibi unsurlar, terörün kamuoyundaki etkisini daha da derinleştirmektedir. Nitekim bazı medya kuruluşlarının reyting ya da tıklanma uğruna etik dışı yöntemlerle yaptığı haberler, hem kamu düzenini hem de bireylerin psikolojik sağlığını zedelemektedir.
Sosyal Medya ve Dezenformasyon: Bilgi Çağında Tehlikeli Özgürlük
Sosyal medya, her bireyi potansiyel bir haber kaynağına dönüştürmüş; kontrolsüz içerik üretiminin önünü açmıştır. Terör saldırılarının hemen ardından sosyal medya platformlarında yayılan bilgi kirliliği, resmi kaynakları gölgede bırakmakta; komplo teorileri, ırkçı söylemler ve hedef göstermeye yönelik içerikler hızlıca yayılmaktadır.
Özellikle saldırı anına ait görüntülerin paylaşılması, saldırganların isimlerinin etiketlenmesi ve doğruluğu teyit edilmemiş görsellerin “gerçek” diye sunulması, kamuoyunu manipüle edebilecek çok tehlikeli bir tablo yaratmaktadır. Üstelik bu içerikler, yalnızca halkı değil; kriz yönetimi yapan kurumları da zor durumda bırakabilmektedir.
Terör örgütleri ise bu ortamı sistematik biçimde kullanmaktadır. Şifreli mesajlar, tehdit videoları, propaganda afişleri ve hedef gösteren içerikler aracılığıyla sosyal medya, bir “dijital savaş sahası”na dönüşmüştür. Bu noktada sosyal medya platformlarının içerik denetimi politikaları, dezenformasyonla mücadelede yetersiz kalmakta, bireysel sorumluluk ise giderek daha büyük bir önem taşımaktadır.
Etik Habercilik: Teröre Karşı En Güçlü Direnç Noktası
Medya kuruluşları ve gazeteciler, terör olaylarını haberleştirirken yalnızca “haber değeri”ni değil, aynı zamanda “toplumsal sorumluluk” ilkelerini de dikkate almak zorundadır. Etik habercilik, yalnızca neyin haber yapılacağını değil; nasıl haber yapılacağını da kapsar.
Haberde teröristlerin isimlerine ve kimliklerine yer verilmemesi, örgüt simgelerinin kullanılmaması, mağdur yakınlarının mahremiyetine saygı gösterilmesi, olay yerinin abartılı biçimde gösterilmemesi ve resmi açıklamalar dışındaki bilgilerin teyit edilerek paylaşılması; etik haberciliğin temel unsurlarıdır.
Medyanın etik sınırlar içerisinde kalması, terörün hedeflediği toplumsal kaosun önlenmesinde hayati rol oynamaktadır. Unutulmamalıdır ki etik habercilik, yalnızca medya mesleğinin bir gereği değil; aynı zamanda demokrasi ve toplumsal barışın da teminatıdır.
Kırılgan Bir Dengede Ortak Sorumluluğumuz
Terör eylemleri, yalnızca polis veya asker tarafından değil; aynı zamanda kamuoyunu bilgilendiren, yönlendiren ve etkileyen medya aktörleri tarafından da “yönetilmesi” gereken krizlerdir. Bu nedenle medya ve terör ilişkisi, hem toplumsal duyarlılığın hem de mesleki sorumluluğun sınandığı bir alandır.
Gazeteciler ve medya kuruluşları kadar sosyal medya kullanıcılarının da bu süreçte sorumluluk alması gerekir. Teyitsiz bilgi yaymak, korkuyu büyütmek ya da örgütlerin görünürlüğüne katkı sunmak; farkında olunmasa bile terörün amacına hizmet etmektir.
Bugün terörle mücadele yalnızca güvenlik stratejileriyle değil, medya okuryazarlığı, etik habercilik, sosyal medya farkındalığı ve kamusal sorumluluk ile birlikte yürütülmelidir. Çünkü terör sadece bir saldırı değil; bir mesajdır. Ve bu mesajı kimin, nasıl taşıdığı; toplumsal kırılganlıklarımızı ne kadar büyüteceğimizi belirler.
Medya bu mesajı daha güçlü bir toplum için mi iletecek, yoksa kaosun sesi mi olacak?
Karar bizim; sorumluluk hepimizin.
--
Muratcan IŞILDAK