Türkiye siyasal hayatında sosyal demokrat gelenek, büyük ölçüde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ekseninde şekillenmiştir. 1923’te Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde kurulan CHP, tek parti döneminden çok partili hayata geçişe kadar ülkenin siyasal rotasını belirlemiştir. Çok partili sisteme geçildikten sonra ise CHP’nin ideolojik konumu ve liderlik mücadeleleri sonucunda pek çok yeni parti doğmuştur. Bu partilerin bir kısmı CHP içindeki hizip ayrılıklarıyla ortaya çıkmış, bir kısmı da sol/sosyalist söylemle CHP dışında yeni bir sol alternatif yaratma iddiasıyla kurulmuştur. Bu metinde, Türkiye’de sosyal demokrat partilerin tarihsel gelişimini, CHP’den ayrılarak kurulan partileri, bu partilerin oy oranları ve siyasal etkilerini inceleyeceğiz. Özellikle yakın dönemde ortaya çıkan Memleket Partisi, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve kimi çevrelerce dile getirilen “Anadolu Kızılbaş Partisi” gibi sol tabanlı oluşumların seçmen davranışına etkileri değerlendirilecektir. Tarihsel örnekler ışığında, parçalanmış sol/sosyal demokrat alanda neden CHP’nin birleştirici güç olarak desteklenmesi ve güçlendirilmesi gerektiği analiz edilecektir.

CHP ve Sosyal Demokrat Geleneğin Tarihsel Arka Planı

CHP, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren devletçi ve milliyetçi ilkeleri benimseyen bir parti olmakla birlikte, 1960’lardan itibaren kendini “ortanın solu” olarak tanımlayarak demokratik sosyalizm çizgisine yaklaştı. İsmet İnönü ve özellikle Bülent Ecevit liderliğinde CHP, emekçi hakları, köy-kent eşitsizliği ve sosyal adalet gibi konulara eğilerek sosyal demokrat kimliğini pekiştirdi. Bu ideolojik dönüşüm partide tartışmaları da beraberinde getirmiştir. 1960’ların ortasında CHP içinde sol kanadı destekleyenler ile partinin geleneksel çizgiden saptığını düşünen muhafazakâr-Kemalist kanat arasında gerilim yaşandı.

Çok partili hayata geçişte, CHP içinden kopan bazı hareketler erken dönemde farklı ideolojik yönelimlerle parti kurdular. 1940’larda kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi kısa ömürlü partilerin yanı sıra, 1946’da CHP’den ayrılan Celal Bayar ve arkadaşlarının kurduğu Demokrat Parti (DP), 1950’de iktidara gelerek merkez sağ bir çizgide önemli rol oynadı. Ancak bu erken örnekler, tam anlamıyla sosyal demokrat eksende değildi ve ayrı bir kategoride değerlendirilebilir. Asıl kırılma, CHP’nin sosyal demokrat kimliğini vurguladığı 1960’lar sonrasında yaşanmıştır.

1967 ayrılığı: 18. CHP Kurultayı (1966) sonrasında, ortanın solu söylemine itiraz eden ve CHP’nin “Atatürkçü çizgiden saptığını” öne süren bir grup, Prof. Turan Feyzioğlu liderliğinde partiden ayrıldı. Aralarında 47 milletvekili ve senatörün bulunduğu bu grup, “Atatürk ilkelerine sadık bir parti” parolasıyla Güven Partisi (GP)’ni kurdu GP, kuruluş döneminde mecliste hatırı sayılır bir ağırlık oluşturmuş ve 1969 seçimlerinde bir miktar varlık göstermiştir. Ancak zamanla etkisi azalmış ve 1970’lerin sonunda siyaset sahnesinden silinmiştir.

1972 ayrılığı: Mayıs 1972’de Bülent Ecevit’in CHP genel başkanlığına seçilmesiyle parti içi tartışmalar tekrar alevlendi. Daha önce Feyzioğlu’nun ayrılığıyla doğan GP’ye benzer gerekçelerle bu kez Kemal Satır öncülüğündeki 58 milletvekili ve senatör CHP’den koparak Cumhuriyetçi Parti’yi kurdular. Bu iki ayrılık hareketi (GP ve Cumhuriyetçi Parti), başlangıçta mecliste küçük bloklar oluştursalar da, kalıcı bir başarı sağlayamadılar. Nitekim 1973 seçimleri öncesinde GP ile Cumhuriyetçi Parti birleşerek Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) adıyla seçimlere girdi. CGP, 1973’te oyların %1,1’ini alarak yalnızca 1 milletvekili (Genel Başkan Turhan Feyzioğlu) çıkarabildi, 1977 seçimlerinde CGP’nin oy oranı %0,4’e kadar düşmüş, milletvekili çıkaramayarak siyasal etkinliği fiilen sona ermiştir. Bu örnekler, CHP’den kopan grupların uzun vadede kitlesel destek bulmakta zorlandığını gösterir.

1980’li yıllar: 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle tüm partiler kapatıldı. Darbe sonrası siyasi yasaklar nedeniyle sol/sosyal demokrat geleneğin temsilcileri farklı çatı altında toplanmak zorunda kaldı. CHP’nin devamı olduğu iddiasıyla kurulan Halkçı Parti (HP) (Necdet Calp liderliğinde) ve Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) (Erdal İnönü liderliğinde) başlangıçta ayrı kalsa da, 1985’te birleşerek Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) adını aldılar. Öte yandan, CHP’nin eski genel sekreteri Bülent Ecevit, siyasi yasağı döneminde eşi Rahşan Ecevit’in öncülüğünde 1985’te Demokratik Sol Parti (DSP)’yi kurdu. Ecevit 1987’de aktif siyasete döndükten sonra DSP’nin genel başkanı oldu ve partiyi ana akım bir sol güç haline getirdi. 1987 seçimlerinde DSP barajı geçemese de, 1991’de meclise girdi; nihayet 1999 genel seçimlerinde %22,2 oyla birinci parti olarak büyük bir başarı elde etti. Bu esnada CHP, 12 Eylül’ün kapatma kararından sonra ancak 1992’de tekrar açılabildi (Deniz Baykal liderliğinde) ve siyaset sahnesine döndü. Ancak 1990’ların sonunda sol oylar DSP-CHP ekseninde bölündü: 1999 seçiminde DSP %22 ile iktidara gelirken CHP yalnızca %8,7’de kaldı ve %10 barajını aşamayarak TBMM dışında kaldı. Bu durum, sol seçmenin bölünmesinin nelere yol açabileceğine dair çarpıcı bir örnektir. Nitekim 1999’da CHP’nin baraj altında kalması, parlamentoda sol temsilinin neredeyse sadece DSP ile sınırlı kalmasına yol açmış, Ecevit’in DSP’si de milliyetçi MHP ile koalisyon kurmak durumunda kalmıştır.

2000’ler ve sonrası: 2002 seçimlerinde DSP, iktidarın yıpranmasıyla %1’e düşerek adeta silinirken, CHP %19 oy alarak ana muhalefet partisi konumuna geçti. 2000’li yılların ilk on yılında CHP içinde yine hizip mücadeleleri yaşandı; ancak Baykal liderliği döneminde parti bölünmeden yoluna devam etti. 2010’da Baykal’ın ayrılması ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla CHP’de önemli bir değişim rüzgârı esti. Bu değişim, bir süre parti içi muhalefeti dizginlese de, orta vadede yeni ayrışmalara engel olamadı. Örneğin 2014’te partinin önemli isimlerinden Emine Ülker Tarhan, CHP yönetimini sert biçimde eleştirip istifa ederek Anadolu Partisi’ni kurdu Tarhan, Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’yi “Mustafa Kemal’in partisi olmaktan uzaklaşmakla” suçlamıştık Ne var ki Anadolu Partisi de 2015 seçimlerinde yalnızca 22 bin oy (%0,05) alabildi ve kurulduktan 13 ay sonra kendini feshetme kararı aldı Benzer şekilde, 2017’de CHP milletvekili Öztürk Yılmaz partiden ihraç edilip Yenilik Partisi’ni kurdu; ancak bu parti de ciddî bir varlık gösterememiştir. Bu örnekler, güncel dönemde de CHP’den kopan küçük partilerin binde seviyesinde oy alabildiğini ve kalıcı bir taban oluşturamadığını ortaya koyuyor.

Yeni Dönem Sol Partiler: Memleket Partisi, TİP ve Diğerleri

Son yıllarda Türkiye’de sol/sosyalist tabanlı yeni oluşumlar da dikkat çekmiştir. Bunlardan ilki, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin adayı olarak %30’un üzerinde oy alan Muharrem İnce’nin liderliğinde gelişen harekettir. İnce, partisi CHP içinde yaşadığı fikir ayrılıkları ve kurultay mücadelesi sonrasında 2020’de CHP’den istifa ederek Memleket Hareketi adını verdiği bir yola çıktı. Bu hareket, 17 Mayıs 2021’de resmen Memleket Partisi adıyla partileşti. Memleket Partisi başlangıçta kendini “ne sağdan ne soldan, Atatürk’ün yolundan” şeklinde tanımlayarak ideolojik yelpazenin ortasında konumlandırdı.Yani klasik anlamda bir sosyal demokrat parti olmaktan ziyade, CHP’den kopmuş milliyetçi-muhalif bir çizgi izlemeye çalıştı. 14 Mayıs 2023 genel seçimlerine herhangi bir ittifaka katılmadan giren Memleket Partisi, beklentilerin altında kalarak toplam oyların yalnızca %0,92’sinialabildi ve Meclis’e milletvekili sokamadı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise İnce, gerekli 100 bin imzayı toplayıp aday oldu ancak seçimden birkaç gün önce yarıştan çekildi. Seçim sonrasında, Haziran 2025’te CHP yönetiminin çağrısıyla Muharrem İnce yeniden CHP’ye katıldı ve Memleket Partisi kendini feshederek CHP’ye katılma kararı aldı. Partinin son genel başkanı sıfatıyla açıklama yapan Asuman Ali Güven, “ortak mücadeleyi büyütmek için Cumhuriyet Halk Partisi çatısı altında birleşerek yolumuza devam etmeliyiz” diyerek tüm üyeleri CHP’ye geçmeye davet etti. Bu gelişme, Memleket Partisi’nin yaklaşık dört yıllık ömrünün sonunda CHP çatısı altında eridiğini göstermiştir.

Bir diğer yeni dönem sol parti, tarihi ismini geçmişten alan Türkiye İşçi Partisi (TİP)’dir. Türkiye İşçi Partisi aslen 1961’de kurulan, Türkiye’deki ilk başarılı sosyalist partiydi ve 1965 seçimlerinde %3 oyla 15 milletvekili çıkarmıştı. 12 Eylül darbesiyle kapatılan TİP, 2010’larda yeniden hayat buldu. 2018 genel seçimlerinde HDP listelerinden milletvekili seçilen bazı sosyalist siyasetçiler (İstanbul Milletvekili Erkan Baş ve Hatay Milletvekili Barış Atay gibi) HDP’den ayrılarak Ekim 2018’de TİP’i resmen yeniden kurdular. Böylece yaklaşık 47 yıl aradan sonra TİP ismi parlamentoya geri döndü. Yeni TİP, kendisini işçi sınıfı mücadelesine dayanan devrimci sosyalist bir parti olarak tanımladı ve 2018’de yayınladığı program taslağında geçmiş TİP’in ilkelerini güncelleyerek benimsedi. 2023 seçimlerine gelindiğinde TİP, HDP’nin öncülük ettiği Emek ve Özgürlük İttifakıiçinde yer aldı. Bu ittifak kapsamında Yeşil Sol Parti (HDP’nin seçim markası) ile bazı seçim bölgelerinde liste paylaşımı yaparak yarıştı. Sonuçta Emek ve Özgürlük İttifakı ülke genelinde %10,6 oy aldı; bunun içinde TİP’in payı %1,7 oldu ve TİP 4 milletvekili kazandı. Yeşil Sol Parti ise %8,8 oyla 61 milletvekili çıkardı. TİP’in özellikle büyükşehirlerde genç ve sol görüşlü seçmenden destek aldığı, bazı kent merkezlerinde CHP’ye kıyasla daha radikal söylemiyle alternatif oluşturduğu gözlenmiştir. Ancak TİP’in başarısı büyük ölçüde HDP ile ittifak yapmasına bağlı gerçekleşmiştir; zira %1,7 oy tek başına barajı aşmaya yetmezdi. İttifak sayesinde Meclis’te temsil edilen TİP, sol/sosyalist bir odak olarak dikkat çekse de, toplam oyun oldukça sınırlı bir kısmını alabildiği ortadadır.

Son dönemde adı geçen bir diğer sol oluşum da Anadolu Kızılbaş Partisi olarak anılmaktadır. Bu isim, doğrudan Alevi-Bektaşi toplumunun kimliğine göndermede bulunmaktadır (Kızılbaş, Anadolu Alevilerini tanımlamak için tarihsel bir tabir). Resmî olarak bu adla kurulmuş bir parti olmasa da, özellikle Alevi tabanlı bazı siyasi arayışlar bu şekilde kamuoyuna yansımıştır. Türkiye’de Alevi kitlelerinin oyları tarihsel olarak büyük oranda CHP’ye yönelmiştir. Ancak geçmişte Alevi kimliğini temel alan parti denemeleri de olmuştur. Türkiye Birlik Partisi (TBP) bunların en dikkat çekicisidir: 17 Ekim 1966’da Alevi kökenli siyasetçiler tarafından kurulan Birlik Partisi, 1969 seçimlerinde %2,8 oy alarak 8 milletvekili çıkarmayı başarmıştır Partinin amblemi Hz. Ali’yi simgeleyen aslan ve 12 imamı temsil eden yıldızlardan oluşacak kadar Alevi kimliğini vurguluyordu. Ne var ki bu başarı kalıcı olmadı; TBP 1973’te oyların %1,1’ine düşerek yalnızca 1 milletvekili (Genel Başkan Mustafa Timisi) çıkardı.1977’de ise %0,4’e geriledi ve temsil imkânını yitirdi. 1980 darbesiyle kapatılan TBP, Alevi tabanlı partilerin uzun soluklu olamadığının bir örneğidir. 1990’larda bir başka deneme olarak 10 Aralık 1996’da kurulan Barış Partisi (Ali Haydar Veziroğlu liderliğinde) 1999 seçimlerinde %0,25 oy alabildi ve kısa süre sonra kendini feshetti 2000’lerin sonunda Alevi dernekleri öncülüğünde yeni bir parti kurma hazırlığı yapılsa da (örneğin 2009’da Ali Balkız’ın girişimi), bu çabalar sonuçsuz kalmıştır. Dolayısıyla “Anadolu Kızılbaş Partisi” gibi bir oluşum hayata geçse bile, tarihsel deneyimler Alevi tabanlı ayrı bir partinin geniş kitleleri uzun vadede mobilize etmekte zorlanabileceğini göstermektedir. Bugün Alevi toplumunun büyük kısmı CHP’yi laiklik ve eşit yurttaşlık teminatı gördüğü için desteklemeye devam etmektedir.

Seçmen Davranışı Üzerine: Sol Oyların Parçalanmasının Sonuçları

Yukarıdaki örneklerin ışığında, Türkiye’de sol ve sosyal demokrat seçmen davranışının önemli bir boyutu, oyların farklı partiler arasında dağılmasıdır. Tarihsel olarak sol oyların bölünmesi, seçim sonuçlarında kritik etkilere yol açmıştır. Bu durum hem genel seçimler hem de yerel seçimler için geçerlidir.

Örneğin, 1977 genel seçimleri solun görece birleşik olduğu bir tablo sunmuştur. CHP o yıl %41,4 gibi yüksek bir oy oranıyla birinci parti olmuş, hemen hemen tek başına iktidar eşiğine gelmiştir. Bu başarıda, Ecevit liderliğinde CHP’nin tek merkezde sol oyları toplaması belirleyici oldu. 1977’de CHP’nin karşısındaki küçük sol/sosyal demokrat partiler (örneğin CGP gibi) toplamda ancak %1-2 bandında kalmıştı. Sol seçmen büyük ölçüde CHP’de konsolide olduğu için, CHP güçlü bir şekilde parlamentoya girebilmiş ve 1970’lerde ilk kez ciddi iktidar alternatifi haline gelebilmiştir.

Buna karşılık, 1990’larda solun parçalanması çarpıcı sonuçlar doğurdu. Yukarıda değindiğimiz 1999 genel seçimlerinde Ecevit’in DSP’si %22 alırken, CHP %10 barajının altında (%8,7’de) kaldı. Toplamda aslında bu iki partinin oyları %30’u aşıyordu; fakat ayrı ayrı yarıştıkları için biri meclis dışında kaldı. Neticede DSP birinci parti olsa da tek başına iktidar olamadı; sol oyların dağınık olması nedeniyle koalisyon hükümeti kurmak zorunda kaldı ve hükümete milliyetçi sağ (MHP) ortak oldu. Dahası, CHP’nin meclis dışında kalması, 2002 seçimlerine giderken muhalefetin zayıflamasına yol açtı. Gerçekten de 2002’de DSP’nin çöküşü sonrası sol seçmenin önemli bir kesimi CHP’ye dönmüş ve CHP %19 oyla barajı aşabilen tek sol parti olarak kalmıştı. Bu iniş-çıkışlar, seçmenin stratejik oy davranışının önemini göstermektedir: Bölünmüşlük, seçmenin tercihlerini boşa çıkarabilirken; bir araya geliş, temsil gücünü artırmaktadır.

Sol oyların bölünmesinin etkisine dair dramatik bir örnek de 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi yarışıdır. Bu seçimde sol/sosyal demokrat seçmen üç farklı partiye dağılmış durumdaydı: SHP (Sosyaldemokrat Halkçı Parti) adayı Zülfü Livaneli %20,3; DSP adayı Necdet Özkan %12,4; CHP adayı Ertuğrul Günay %1,4 oranında oy aldılar. Sol tandanslı partilerin toplam oyu %34’ü buluyordu. Buna karşın Refah Partisi’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan, sadece %25,19 oy alarak seçimi kazandı.. Eğer o dönemde CHP ve SHP tek parti olsaydı ya da sol seçmen tek aday etrafında birleşebilseydi, İstanbul’da sonuç farklı olabilirdi. Nitekim SHP ve CHP ertesi yıl birleşerek (1995’te CHP çatısı altında) bu hatayı düzeltmeye çalıştılar. Fakat 1994’teki parçalı yapı, İstanbul gibi bir metropolün yönetiminin ilk kez islamcı bir partiye geçmesine yol açtı. Bu örnek, birleşik bir cephe oluşturulamamasının bedelini açıkça ortaya koymaktadır. Benzer şekilde, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP’nin ortak adayı yerine ayrı bir sol aday arayışı (CHP içinde) tartışmaları veya 2018 seçimlerinde muhalefetin çok adayla yarışması konuları da hep muhalif oyların bölünmesi riskine vurgu yapmıştır. 2018’de CHP adayı Muharrem İnce’nin %30,6 oy alarak başarılı sayıldığı bir tabloda HDP adayı Selahattin Demirtaş’ın %8-9 bandında kalması muhalefeti ilk turda sonuca götürmeye yetmedi. 2023’te ise muhalefet bu tecrübelerden ders alarak tek çatı aday (Kemal Kılıçdaroğlu) etrafında birleşmeye çalıştı. Ancak bu sefer de Muharrem İnce’nin Memleket Partisi adayı olarak bir süre yarışa katılması tartışma yarattı; İnce ilk turdan hemen önce çekilmiş olsa da, kampanya süresince yapılan anketlerde %5’e yakın görünen oy potansiyelinin (gerçekte sandıkta %0,5 civarı oy çıktı) muhalefetin psikolojik üstünlüğünü etkilediği öne sürülmüştür. Yine TİP’in 2023 milletvekili seçiminde HDP listesinden ayrı listelerle yarışması, sol ittifak içinde bazı bölgelerde oy bölünmesine ve birkaç milletvekili kaybına yol açtığı şeklinde analizler yapıldı. Kısacası, gerek sosyal demokrat gerekse sosyalist seçmen tabanının bölünmesi, Türkiye’de defalarca sağ iktidarların işine yarayan bir dinamik oluşturmuştur.

Neden CHP? – CHP’nin Birleştirici Rolü ve Güçlendirilme Gereği

Türkiye siyasal tarihinde sol/sosyal demokrat görüşlü kitleleri bir arada tutabilen yegâne geniş çatı bugüne dek CHP olmuştur. CHP, eksiklikleri ve eleştirilere konu olan yönleriyle birlikte, hem kurumsal mirası hem de ülkenin dört bir yanına yayılmış örgütlenmesi sayesinde sol gelenekten gelen milyonlarca seçmenin ortak paydası olagelmiştir. CHP’den ayrılıp parti kuran siyasetçiler çoğunlukla CHP’yi eleştirerek yola çıkmış; kimisi CHP’yi yeterince radikal sol politika üretmemekle, kimisi ise Atatürkçü çizgiden uzaklaşmakla suçlamıştır. Ne var ki bu yeni partilerin hemen hiçbirisi anlamlı bir halk desteğine ulaşamamıştır. Tarihsel örnekler incelendiğinde, CHP’den kopan hareketlerin büyük kısmının bir süre sonra ya CHP’ye geri döndüğü ya da tamamen siyaset sahnesinden çekildiği görülür. Örneğin Bülent Ecevit, 1980’lerde DSP’yi ayrı bir parti olarak var etse de 2004’ten sonra DSP hızla erimiş ve fiilen CHP çizgisine yaklaşmıştır. 2010’larda yaşanan Emine Ülker Tarhan ve Muharrem İnce örneklerinde ise kopan liderlerin partileri çok kısa sürede kapanıp geldikleri yere dönmüştür. İnce’nin Memleket Partisi’nin 2025’te kendini feshedip topluca CHP’ye katılması bunun en güncel kanıtıdır. İnce dahil pek çok siyasetçi, muhalefet cephesinde etkili olabilmek için CHP çatısının vazgeçilmez olduğunu anlamış görünmektedir.

CHP’nin Türkiye şartlarındaki merkez sol konumu, sadece oy oranıyla değil, aynı zamanda farklı toplumsal kesimleri bünyesinde barındırabilme kapasitesiyle ilgilidir. CHP, laikliği, sosyal adaleti ve cumhuriyet değerlerini savunan geniş bir yelpazeyi – kentli işçi ve emekçilerden köylülere, Alevi toplumundan seküler Sünnilere, liberallerden devletçi ulusalcılara kadar – ortak bir zeminde buluşturabilmektedir. Diğer sol partiler genelde bu kesimlerin sadece birine hitap edebilmekte, bu da bölük pörçük bir muhalefet tablosu yaratmaktadır. Oysa iktidardaki güçlü bir sağ/muhafazakâr blok karşısında başarılı olmanın yolu, olabildiğince geniş bir muhalefet koalisyonu kurmaktan geçer. Nitekim 2019 yerel seçimlerinde CHP’nin öncülüğünde kurulan Millet İttifakı, sağ ve sol farklı partileri bir araya getirerek büyükşehirlerde zafer kazanmıştır. Bu dağınık yapıda CHP’nin varlığı, tutturucu bir harç işlevi görmüştür.

Siyasal tarihten çıkarılabilecek ders, CHP’nin güçlendirilmesinin solun güçlendirilmesi anlamına geldiğidir. Elbette CHP’nin politikalarını eleştiren, daha solda veya farklı kulvarlarda konumlanan partiler olacaktır; bu demokratik çeşitlilik doğaldır. Ancak seçim sistemi ve siyasal kültür düşünüldüğünde, sol seçmenin karşısındaki %30-40’lık bloklar halinde birleşmiş sağ partilere karşı ayrı ayrı küçük partilere dağılması, temsil yeteneğini azaltmakta ve iktidar alternatifini zayıflatmaktadır. Bu nedenle, sosyal demokrat değerleri savunan kitlelerin ortak çatısı olarak görülen CHP’nin desteklenmesi, sol ideallerin iktidar hedefi açısından kritik önemdedir.

Geçmişte CHP’den kopan siyasetçiler de nihayetinde bu gerçeğe vurgu yapmıştır. Memleket Partisi yöneticilerinin CHP’ye katılırken yaptıkları “ortak mücadeleyi büyütmek için CHP çatısı altında birleşmeliyiz” açıklaması, aslında sol cenahta uzun zamandır ifade edilen bir ihtiyaçtır. Bölünmüşlükten beslenen iktidar stratejilerine karşı, birlikte hareket etme kültürü geliştirildiğinde, muhalefetin başarı şansı artmaktadır. Son tahlilde, CHP sadece tarihi mirası nedeniyle değil, günümüz koşullarında en geniş örgütlenme ve etki kapasitesine sahip sosyal demokrat oluşum olduğu için de stratejik bir merkezdir. Bu merkezin zayıflaması veya daha da parçalanması, sol politikaların toplumsal karşılığını azaltacak; güçlenmesi ise demokratik ve laik Türkiye idealine hizmet edecektir.

Türkiye’de sosyal demokrat partilerin gelişimi, büyük ölçüde CHP’nin inişli çıkışlı serüveniyle iç içedir. CHP, köklü bir kurum olarak, çeşitli dönemlerde kendi içinden yeni partiler çıkarmış; fakat bu partilerin büyük kısmı uzun vadede sol siyasette kalıcı izler bırakamamıştır. Tarihsel perspektiften bakıldığında, sol siyasette parçalanma olgusunun bedeli defalarca görülmüş, gerek iktidar kayıpları gerek temsil zayıflıkları şeklinde deneyimlenmiştir. Bugün de benzer bir biçimde, yeni kurulan veya canlandırılan sol eğilimli partiler belli çevrelerde heyecan uyandırsa da, geniş kitle desteği bakımından CHP’nin alternatifi olamamaktadır. Aksine, bu tür ayrışmalar kritik seçimlerde muhalefetin elini zayıflatma riski taşımaktadır.

Akademik literatürde de vurgulandığı gibi, seçim sistemimiz ittifakları ve büyük partiler etrafında kümelenmeyi teşvik etmektedir. Bu bağlamda CHP, sosyal demokrat ve ilerici güçlerin doğal ittifak merkezi konumundadır. CHP’nin eksikleri, hataları elbette tartışılabilir; ancak çözüm, dışlayıcı yeni oluşumlarla oyları bölmek yerine, CHP’yi daha kapsayıcı, daha demokratik ve daha reformcu bir çizgide dönüştürmeye çalışmak olmalıdır. Nitekim yakın geçmişte muhalefetin en büyük başarıları (2019 yerel seçim zaferleri gibi) birlik ve dayanışma stratejileriyle gelmiştir.

Sonuç olarak, Türk siyasal hayatında sosyal demokrasinin bayrağını taşıyan ana gemi CHP’dir. Bu gemiyi terk edip sandal olmaya kalkanlar fırtınalı denizde kaybolma tehlikesiyle yüzleşmiştir. Tarih, solun umudu olmak iddiasındaki kadroların en nihayetinde rotayı yine CHP limanına kırdığını göstermektedir. Dolayısıyla sosyal demokrat değerleri savunanlar için çıkar yol, gemiyi sağlam tutmak ve birlikte kürek çekmektir. CHP’yi güçlendirmek, demokratik ve eşitlikçi bir Türkiye hedefine giden yolda en gerçekçi ve tarihsel olarak kanıtlanmış stratejidir.

Kaynakça: