YOZLAŞMA ATLASI - Tarihten Geleceğe İnsan ve Yönetim - 5. YAZI

1 ANAYASA 4 REFERANDUM

Güçler Ayrılığı

Çağdaş ve güçlü demokrasiler güçler ayrılığına, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin bağımsızlığına dayanır. Geçmişi Antik Roma ve Yunan uygarlıklarına uzanan bu sistemde ilginçtir yine karşımıza Polybios çıkar. John Locke, yönetimin mutlak gücünün özgürlükçü ve eşitlikçi bir çerçevede ele alınarak mutlaka belirli bir düzeye indirilmesi gerektiğini ve bunun ancak kuvvetler ayrılığı ilkesiyle gerçekleştirilebileceğini savunmuştur. Fransız Aydınlanma çağı siyaset bilimi düşünürü Baron de Montesquieu politik gücün ayrılmasını; yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlamıştır. Bu modeli Roma Cumhuriyeti ve Birleşik Krallık anayasal sistemi üzerinden geliştirerek açıklamıştır. Montesquieu bu bakış açısını Roma Cumhuriyeti’ndeki ayrılmış güçlerden hiçbirinin bir diğerinin gücünü elde edemiyor oluşundan almıştır. İşte bu noktada dayanak yine Polybios olmaktadır. Bu nedenle ABD kuruluş anayasa ve sistemi güçler ayrılığı üzerine kurulduğu için Polybios adına kurdukları ve özel fonlarla ekonomik olarak desteklenen akademik vakıflar bulunmaktadır, bu vakıflar demokrasi, güçler ayrılığı ve politik sistemler üzerine yapılan araştırmaları ve çalışmaları desteklemektedir.

2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Nam-ı diğer 1982 Anayasası)

9 Kasım 1982'den bu yana geçerli olan ve halen yürüklükteki anayasamızdır. Yürürlüğe girdiği tarihten sonraki 43 yılda 2007-2010-2017 yılında yapılan referandumlarla (halkoylaması) değiştirilmiştir. 2007 yılında yapılan hariç, AK Parti anayasa değişikliği önermiş, Meclis kabul etmeyince de referandum yoluna gidilmiştir. Bütün referandumlarda istediği EVET oyunu almış olmasına rağmen bugün itibarıyla mevcut anayasanın yetersiz kaldığı iddiası ile tekrar değiştirilmesi gerektiği, yaklaşık 23 yıldır kesintisiz iktidarda olan AK Parti tarafından savlanmaktadır.

I. REFERANDUM / 7 Kasım 1982

12 Eylül Askeri Darbesi'nden sonra Milli Güvenlik Kurulu bir Danışma Meclisi kurdu ve 160 üyenin tamamını atadı. Siyasi partiler kapatıldı ve partilere üye olanlar Meclis dışında bırakıldı. Meclis, 23 Kasım 1981 ile 17 Temmuz 1982 tarihleri arasında 1961 Anayasası'nın yerini alacak olan yeni anayasayı hazırlamak için çalıştı. 1982 Anayasası Referandumu, cumhurbaşkanlığı seçimi ile birleştirildi ve 12 Eylül Askeri Darbesi’ni gerçekleştiren Kenan Evren de mevcut devlet başkanı olarak adaydı. Referandum “ÇOK DEMOKRATİK” (!) bir ortamda gerçekleştirildi. Öyle ki tüm siyasi partiler ve STK’lar kapalı; yöneticileri de siyasi yasaklıydı.

7 Kasım 1982 Pazar günü yapılan halk oylaması ile 1982 Anayasası yüzde 8,63 "RED" (1.626.431 seçmen) oyuna karşılık yüzde 91,37 "KABUL" (17.215.559 seçmen) oyuyla kabul edildi.

Kabul edilen Anayasa ile sivil toplum örgütlerinin siyasi faaliyette bulunmasını ve siyasi partilerin -sendikalar da dahil olmak üzere- sivil toplum örgütleriyle çalışmasını yasakladı. Orduya Milli Güvenlik Kurulu’nda çoğunluk verildi ve bu kurulun da kabineden üstün olduğu kabul edildi.

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan iki kutuplu dünya siyasi haritasında başını Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Çin’in çektiği “Sosyalist-Komünist” devletler yapılanması ile Amerika Birleşik Devletleri’nin liderlik ettiği “Kapitalist-Liberal” devletler yapılanması dünyayı Doğu ve Batı olmak üzere iki kutuplu hale getirmişti. Bu siyasi ortamda da her iki taraf var güçleri ile kendi taraflarına ülke ve güç devşirebilmek için siyasi komplo ve cinayetlerden, askeri ve sivil darbelere, dezenformasyondan manipülasyona, gizli servis faaliyetlerinden kara propaganda ve casusluk faaliyetlerine kadar her yolu deniyordu.

Türkiye ise stratejik konumu ile tam olarak bu kaosun ortasında kalmıştı. 1974-75 yıllarından sonra askeri darbeye kadar her gün yükselen bir ivme ile silahlı çatışma, adam öldürme, banka soygunu; kurtarılmış bölge ve mahalle adı altında illegal örgütlerin denetiminde mahalleler ve hatta ilçeler oluşmuştu. İki kutuplu dünya da ise Batı güçleri sağ görüşlüleri Doğu güçleri ise sol görüşlüleri destekliyordu.

Askeri darbe Batının istemi idi ve gerçekleştirildi. Sonuçları çok ağır oldu; idamlar, hapisler işkenceler, yurtdışına kaçanlar, sürgünler, görevden ihraçlar ile çok sert ve antidemokratik yöntemler uygulandı. Ülkemizin idealist ve duyarlı bir kuşağı bir kırlangıç fırtınasında yitip gitti.

Çok ilginçtir 1982 yılında yapılan referandumda Kenan Paşa ve 1982 Anayasası %92 oy almasına rağmen 1983 yılında yapılan genel seçimlerinde yeni kurulan Anavatan Partisi, yönetimde olan askerlerin diğer adayı desteklemesine rağmen seçimleri kazanarak yönetimi devraldı.

II. REFERANDUM / 21 Ekim 2007

CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ KRİZİ (NİSAN 2007)

2000 yılında seçilen 10. cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresi 16 Mayıs 2007'de dolacaktı. TBMM, cumhurbaşkanlığı adaylığı son başvuru tarihini 25 Nisan gecesi ve ilk tur oylama gününü 27 Nisan olarak belirlemişti. Seçim dönemine, başörtüsü ve laiklik tartışmalarıyla gelinmişti. Ülkenin çeşitli yerlerinde "Cumhuriyet Mitingleri" adıyla geniş katılımlı gösteriler düzenlendi ve iktidar partisinin, kendi siyasal çizgisinden bir ismi cumhurbaşkanlığına seçmesi engellenmek istendi. Seçimin kaderini ise dört ay önce ortaya atılan “367” tartışmaları belirledi. Anayasa'nın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranıyordu. Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 26 Aralık 2006'da Cumhuriyet'te yayımlanan yazısında, Anayasa'da belirtilen 367'nin sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğunu ortaya attı. Bu görüşe göre oylamalara en az 367 kişinin katılması gerektiği, aksi halde sonucun geçersiz olacağı iddia edildi. Böylece Meclis’teki sandalye sayısı 354 olan iktidar partisi, tek başına kendi oylarıyla cumhurbaşkanı seçemeyecekti. Aynı dönemde ana muhalefet partisi lideri Deniz Baykal, iktidar partisinin uzlaşma olmadan kendi adayını çıkarması durumunda oylamalara katılmayacaklarını ve 367 tartışmalarının ciddiye alınması gerektiğini söyledi.

İktidar partisi dönemin dışişleri bakanı ve Kayseri Milletvekili Abdullah Gül'ü aday gösterdi. İlk tur oylama 27 Nisan'da yapıldı. Toplam 361 oy kullanılırken, Abdullah Gül 357 oy aldı. Oylamanın hemen sonrasında, CHP 367 iddiasıyla seçimi Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Aynı günün akşamı Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine, daha sonra e-muhtıra olarak anılacak, bir basın açıklaması yayınlandı. Açıklamada seçimlerde laikliğin tartışma konusu yapıldığı ve Genelkurmay'ın bu konuda taraf olduğu söylendi. Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs'ta verdiği kararla, 367 itirazını kabul ederek yapılan birinci tur oylamayı iptal etti. Bunun üzerine 6 Mayıs'ta yapılan iki yoklamada da toplantı yeter sayısına (367) ulaşılamaması nedeniyle 11. cumhurbaşkanı seçilemedi.

Anayasa Mahkemesi’nin oylama iptali kararı üzerine, cumhurbaşkanlığı seçimi henüz tekrarlanmadan, AK Parti'den erken genel seçim kararı çıktı; 24 Haziran'da seçimlere gidilmesi için Meclis’e teklif sunuldu. Daha sonra Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim takviminin işleyebilmesi için 22 Temmuz tarihi önerisine uyularak, tüm partilerin desteğiyle seçim kararı alındı.

Meclis’te seçim kararı alınmasının yanı sıra Anayasa'da bazı değişikliklere gidilmesi önerildi. Anayasa değişiklik önerisine göre;

· Genel seçimlerin yapılma sıklığının beş yılda birden, dört yılda bire düşürülmesi,

· Meclis’in tüm işlemlerinde üçte bir çoğunluğun karar yeter sayısı olarak belirlenmesi

(Cumhurbaşkanlığı seçiminin iptaline yol açan toplantı yeter sayısı konusu),

· Cumhurbaşkanının Meclis tarafından değil, halk tarafından iki turlu oylamayla seçilmesi,

· Cumhurbaşkanının yedi yıl olan görev süresinin beş yıla düşürülmesi ve bir kişinin en fazla iki defa seçilebilmesi.

Değişiklik paketi Meclis’te 376 oyla kabul edildi. Ancak yeni cumhurbaşkanı seçilemediğinden, görev süresi dolmasına rağmen görevini sürdüren Ahmet Necdet Sezer, yapılan değişiklikleri “rejimi sıkıntıya sokar” diyerek veto etti. Değişiklik paketi tekrar geldiği Meclis’te, bu kez 370 oyla aynen kabul edildi. Aynı metinle ikinci kez önüne gelen paketi veto yetkisi bulunmayan Sezer, 15 Haziran'da paketi halk oylamasına sunma kararı aldığını; ayrıca Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açacağını duyurdu. Yüksek mahkeme 5 Temmuz'da verdiği kararla Cumhurbaşkanlığının iptal taleplerini reddetti. Böylece 21 Ekim 2007 tarihinde yapılacak Anayasa Değişikliği Referandumu hukuken zorunlu hale geldi. Ancak referandumdan önce TBMM’de alınan erken seçim kararı sonucu 22 Temmuz'da genel seçime gidildi. Seçimde %46,6 oy alan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, 341 milletvekilliği ile yeniden tek başına iktidar oldu. Ancak partinin oy oranı yaklaşık %12 artmasına rağmen, Devlet Bahçeli başkanlığındaki MHP'nin de %14,3'le barajı geçmesi ve Meclis’teki üçüncü parti olması dolayısıyla, iktidar partisinin Meclis’teki sandalye sayısında düşüş oldu. %20,85 oy alan Deniz Baykal yönetimindeki CHP ana muhalefet partisi konumunu korudu. Oyları az da olsa artan partinin sandalye sayısı, yine MHP'nin de Meclis’e girmiş olmasıyla, 178'den 112'ye kadar geriledi.

22 Temmuz 2007 genel seçimlerinin ardından yeni oluşan Meclis 4 Ağustos'ta ilk toplantısını yaptı ve 9 Ağustos'ta AK Parti'nin adayı Zonguldak milletvekili Köksal Toptan muhalefetin de desteğiyle ilk turda 450 oy alarak başkan seçildi. Aynı gün Başbakan Erdoğan, artık Meclis’in önündeki ikinci gündem olan cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin yeniden başlayacağını açıkladı. Seçim süreciyle birlikte Abdullah Gül'ün yeniden aday olup olmayacağı tartışma konusu oldu. Partinin oylarını yükselterek tekrar tek başına iktidara gelmesinde Gül'ün cumhurbaşkanı seçilememesinin etkili olduğu görüşü öne çıktı. Bunun sonucu olarak da Abdullah Gül tarafından “Bunun, cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin açık bir mesaj olduğu” yorumu benimsendi. 13 Ağustos tarihinde kulislerde konuşulan 11. cumhurbaşkanı adaylığı kesinleşti. MHP'nin oylamalara katılacağını belirtmesiyle, yeni bir 367 krizi ortaya çıkmadı; ana muhalefet partisi CHP ise ilk seçimdeki tutumunu koruyarak, oylamalara katılmayacağını açıkladı.

22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan erken genel seçim sonrasında 20 Ağustos'ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi birinci turunda AK Parti’nin adayı Abdullah Gül 341 oy aldı. 24 Ağustos'taki ikinci turunda ise 337'de kaldı. Anayasaya göre ilk iki turda üçte iki çoğunluk olan 367 sayısına ulaşılamadığı için, 276 oyun aranacağı üçüncü tura gidildi. Abdullah Gül 28 Ağustos'ta yapılan üçüncü turda 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. cumhurbaşkanı seçildi. Böylece Nisan 2007’de başlayan cumhurbaşkanı seçim süreci sona erdi ve Abdullah Gül, TBMM tarafından seçilen son cumhurbaşkanı oldu. Ancak aynı yıl yapılması gereken anayasa değişikliğine dair bir de referandum vardı.

1 ANAYASA 2. REFERANDUM

Halka Sorulan Referandum Soruları

· Cumhurbaşkanının Meclis yerine halk tarafından seçilmesi,

· Cumhurbaşkanlığı süresinin yedi yıldan beş yıla indirilmesi,

· Cumhurbaşkanının ikinci bir dönem için yeniden seçilmesi,

· Genel seçimlerin beş yerine dört yılda bir düzenlenmesi,

· Milletvekillerinin parlamento kararları için yeterli çoğunluğunun %67'den %34'e düşürülmesi.

Evet

19.422.714

%68,95

Hayır

8.744.947

%31,05

Aslında işin arka planında 2002 yılında muhafazakâr-sağ olarak seçimleri kazanan AK Parti klasik demokrasilerde yer alan denge ve denetleme kurumlarından her iktidar gibi memnun değildi ve bu kurumların etki ve yetkisini azaltmak istiyordu. Askerlerin müdahale kısmı hariç olarak çağdaş demokrasilerde olduğu gibi güçlü denetim kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları ve basın devlet gücünü elinde bulunduran iktidarı sınırlıyordu.

İşte demagoji tam olarak burada devreye girdi, 12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra olağanüstü ve antidemokratik koşullarda gerçekleşen referandum ile kabul edilmişti bu anlamda teknokratlar tarafından hazırlanmıştı ve halkın iradesine pek uymuyordu. Mevcut anayasada askeri vesayet vardı ve parlamento karar alma yeter sayısı nedeniyle yasama faaliyeti aksıyor, kanunlar çıkartılamıyordu. Bir de aracıya gerek yoktu, cumhurbaşkanını doğrudan halk seçebilirdi.

Anayasa değişikliği isteyen iktidarın tespitleri ve istemleri kendi içerisinde doğru ve haklıydı ama asıl amaçları farklıydı; mutlak gücü elde edebilmek.

2007 DEĞİŞİKLİĞİNDEN SONRA NE OLDU?

AK Parti'ye açılan kapatma davası 2008 yılına damga vuran olaylardandı.

Aynı yıl Türkiye, Ergenekon ve benzeri daha küçük davalarla tanıştı.

2009'da “Kürt Açılımı” adımları atılmaya başlandı.

2010 başında ise Balyoz darbe planı davası Türkiye'nin gündemine girdi.

Bu sırada tarikat ve cemaatler kamuda yapılanmasını hızla sürdürüyordu.

Haftaya 6. yazımızda; Yozlaşma Atlasında “1 Anayasa 4 Referandum” yazımıza devam ediyoruz.