"Hiçbir kurum yönetimi ve sistem hiçbir zaman tek adama bırakılamayacak kadar önemli ve değerlidir."
"İnsanlığın büyük sorunlarından biri, etik olan ve olmayanın her eylem için yazılı hukuk kurallarına (norm) bağlanamamasıdır. Bu durum, hukuka aykırı olmasa dahi etik olmayan pek çok olay ve eylemin varlığını ortaya koyar; bu alanlar hukuk için "gri alanlar" olarak adlandırılır. Maalesef bu gri alanlar hem özel hukukta hem kamu hukukunda bulunmaktadır. Kamu adına gücü kullananların eline geçtiğinde korkunç sonuçlar doğurmaktadır."
YOZLAŞMA ATLASI - Tarihten Geleceğe İnsan ve Yönetim - 7. YAZI
ETİK DEĞERLER İLE BİREYİN SINAVI
Devletler, siyasi partiler, mahkemeler, uluslararası şirketler, savaşlar, evlilik, aile insanların sorunlar ve olaylar karşısında alacağı kararlar ile yönetilir. Karar vermek ideal durumda düşünüldüğünde analitik bir süreçtir. Karar verici, elindeki tüm verileri toplar, analiz eder ve öncelikle karar verilecek sorunu net olarak belirler. Daha sonra çözüm seçeneklerini bulur ve akıl yürütme (muhakeme) ile değerlendirir, kararını belirleyerek irade gösterir.
Bu ideal süreç içerisinde pek çok hata ve sapma söz konusu olabilir, verilerin eksik veya yanlış olması, yanlış değerlendirilmesi, akıl ile değil duygular ile hareket etmek, tutkular ve dürtüler ile süreci yönetmek, çıkar ile değerler arasında çelişkiye düşmek gibi pek çok yanılsama olabileceği gibi inanç, sosyal çevre, ahlaki değerler, karar süreçlerini etkileyen faktörler olacaktır. Bu nedenle de kişinin aldığı her kararın doğru olabilme şansı yoktur.
Aslında en basitten en zora kadar karar alma süreçlerini doğru bir yönteme oturtabilsek ve bu süreci temel eğitimden itibaren öğretip geliştirebilsek pek çok sorunu çözebileceğiz ama düşünmek ve muhakeme etmek zor ve zahmetli bir iş olduğundan pek çok insan temel bazı kalıpları tercih etmektedir, din ve ahlak bunun en temel ve tipik örneğidir.
Zamandan ve Mekândan Bağımsız Doğru Var Mıdır?
Etik, “iyi” ile “kötü”yü değil; “doğru” ile “yanlış”ı ayırt etme çabasıdır. Etik felsefede, doğru ile yanlış kavramlarını akıl, insani değerler ve erdemler ile tutkular ve dürtüler arasındaki çelişkiyi gidererek çözebilme pratiğidir. Bu pratik ile zamandan ve mekândan bağımsız olarak insan doğru ile yanlışı ayırt edebilir.
Ahlak ve etik farklı kavramlar olarak değerlendirilmektedir. Etik daha çok felsefenin bir alanı olarak, iyi ve doğru biçimde düşünmek ve davranmak üzerine yapılan araştırmaları ve bu alanda geliştirilmiş fikirleri kapsarken; Ahlak toplumsal kabuller, gelenekler, kurallar ve yasalar üzerine kuruludur. Ahlak kuralları belirli bölgelere ve belirli toplumlara göre değişken olabilir ama etik evrenseldir.
Etik, farklı disiplinlerde var olan problemlerin bu alanların kendi etik prensiplerini oluşturmalarına da temel teşkil etmektedir. (Tıbbi etik vb.) Etik evrensel değerleri konu edindiği için insanların bütün düşünce ve eylemleri hakkında yargı üretebilir. İyilik, kötülük, doğruluk, adalet, suçluluk, masumiyet, değer, erdem, vicdan, gibi kavramlar üzerinde düşünür.
Tek tanrılı dinler sistemine geçilmesinden sonra 15. yüzyıla kadar tanrı ve din merkezli etik anlayışı hâkim olmuştur. Campanella'nın ütopik eseri “Güneş Ülkesi” dinî etikten öte etikle günlük bireysel ve sosyal davranışlar arasındaki bağları vurgular. Daha sonraki dönemlerde birçok yazar ve düşünürün eserlerinde din ve dogmadan soyutlanmış, kaynağı zaman zaman halâ ilâhî olsa da pratikte ilâhiyattan uzaklaşmış, akla dayanan etik anlayışı 1.500 yıl sonra antik felsefe döneminden sonra tekrar yükselişe geçmiştir.
Doğu felsefelerindeki erdem ve ahlâk anlayışına benzer unsurlar taşıyan bir etik anlayışı da ünlü filozof Spinoza tarafından ortaya atılmıştır. Bu anlayışta kişi doğal durumunda tutkularının esiridir, aklının yardımıyla bu esaretten kurtulabilir. Bu sebeple aklî davranmakla ahlâkî davranmak aslında aynıdır. Bilgi vurgusu taşıyan bir etik fikrine sahip olmuş bir başka ünlü filozof John Locke'dur. Ampirik felsefesinden hareketle ahlâkî olguların da deneyimlerin ürünü olduğunu ortaya koymuştur.
Alman filozof Feuerbach ise materyalist bir etik anlayışı ortaya koyar. Hümanist vurgular da taşıyan bu anlayışta birey yaşayışı ve ilerlemesi için diğer birey(ler)le ilişkiye girmek zorundadır ve bu (sosyal) ilişkiyle ahlâk oluşur. Sosyal ilişkilerin olduğu her durumda ahlâk da olur. Feuerbach'ın felsefî bencillik tanımı bu etik düşünceye farklı bir açı da katar; bireyin mutluluğu için çabalamasını bencillik olarak kabul etmez ve bireyle genelin çıkarlarının uyumunu garanti edecek genel bir sevgiyi tanımlar.
Burada temel sorun insanın doğası gereği dürtüleri ve tutkuları vardır, yine doğası gereği topluluk halinde yaşamak zorunda olan sosyal bir canlıdır. İnsanın kendi yararları ile toplum yararı arasında dengeyi bulabilmesi için dürtülerini ve tutkularını akıl, erdem ve değerler ile sınırlaması gerekmektedir. Doğrunun özü aslında bu noktaya dayanmaktadır.
Örneklemeye çalışalım;
- İktidarda kalabilmek için yalan söyleyen politikacı ve onunla birlikte hareket eden ve aynı davranışı gösteren yandaşları,
- Çok kazanmasına rağmen gözü bir türlü doymayan, rakiplerini yasal boşlukları kullanarak batıran, işçilerin haklarını tam ve eksiksiz vermeyen, vergiden kaçınan iş insanı,
- Gelir eşitsizliğine ya da doğru kamu politikaları ile yönetilmemeye karşı örgütlenerek mücadele etmek yerine rüşvet alarak kendi gemisini kurtaracağını düşünen memur,
- Kayırmacılık ile bir kamu görevine getirilen ve daha sonra hukuk ve etik değerlere göre değil kendisini göreve getirenlerin emir ve talimatları doğrultusunda karar veren hâkim veya savcı,
- Zeki ve yetenekli olduğu için askeri okulları kazanarak devlet olanakları ile üst düzey askeri eğitimi almış olmasına rağmen öğretilen ve yemin ettiği değerleri hiçe sayarak tarikat emri ile hareket eden savaş pilotu,
- Kız çocuklarına miras bırakmamak için baba ve oğulların birlik olup çeşitli muvazaalı işlemlerle mal kaçırmaları.
Uzayıp gidebilecek bu listedeki durumlar, hukuka aykırı, suç, etik dışı, ahlaksızlık, günah, haram kavramları ile tanımlanabilir. Tanımladığımız kavramların bazılarının yaptırımı vardır ama bazılarının vicdan ve öteki dünya dışında yaptırımı maalesef yoktur.
Eylem yasalarda bir suç olarak tarif edilmişse ve bu davranışı gösteren yakalanarak cezasını çekerse toplum vicdanı, adalete güven, devlete olan inanç için bir sorun olmayacaktır. Ama eğer etik ve ahlaki olmayan davranış bir suç değilse ve hukukun yapacağı bir şey yoksa ne olacaktır?
Çıkarlar ile Değerler Çatıştığında Ne Olur?
Erdem, doğru olan şeyi yapıp yanlış olanı yapmamaktır. Erdem kavramı, felsefe tarihinin başlangıcından beri yer alır. "İnsanın ve yaşamın anlamı nedir?" sorusuna verilen felsefi cevap başlangıçta "erdemli olmak" olarak belirtilmiştir.
Örneğin mutluluk yaşamın temel amacıdır ve mutluluğa ulaşmanın yolu erdemli olmaktan geçer. Bu düşünceye göre erdemli olmak ancak bilgi sahibi olmakla mümkündür, erdemli olmak bilgi sahibi olmak demektir.
Veri toplama-analiz-karar-eylem sürecinde çıkarlar ile değerler çatıştığında ancak erdemler devreye girer ve süreci yönetebilir, karara etki edebilirse doğruya ulaşılabilecektir.
Temel Erdemler
Konuyu biraz somutlaştırmak amacıyla üzerinde çok konuşulan temel erdemler konusunu da açmak gerekiyor. Antik Yunan felsefesinden bugüne dek gündemde olan temel erdemler konusu genel olarak;
- Hikmet: Akıl ve bilgelikle hak ve hakkaniyete uygun davranmak.
- Adalet: Hakkı gözeterek adil davranmak.
- Cesaret: Güç ve zor işlere girişebilecek kararları alabilmek için özgüvenli davranabilmek.
- Basiret: Gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği, uzağı görüş; sağgörü, vizyon ölçülülük.
- İffet: Namuslu, temiz ve dürüst olma ve davranma hali.
olarak toparlanabilir.
Erdem konusu Antik Yunan’dan günümüze dek pek çok Batılı ve Doğulu filozofun araştırma ve çalışma alanını oluşturmuştur. Platon, Sokrates, Epiküros gibi antik; Aquinolu Thomas gibi skolastik; Spinoza, Kant, Hume, Feuerbach gibi aydınlanma dönemi; Nietzsche, Schopenhauer gibi post modern; İslamiyet’te Farabi; Uzakdoğu’da Konfüçyüs ve Buda sayabileceğimiz bazı önemli isimlerdir. Ülkemizde halen Prof. Dr. İonna Kuçuradi, etik ve değerler üzerine yazı, makale kitap ve görsel paylaşımları ile çalışmalar yapmaktadır. Etik ve erdem konusu çok önemli olmakla birlikte konu hakkında söz söylemeye yeterliliğimizin bulunmayışı nedeniyle ufuk açabilmek amacıyla yukarıdaki kaynaklar üzerinde çalışılabilir.
HUKUK ve ETİK
İnsanlığın büyük sorunlarından biri, etik olan ve olmayanın her eylem için yazılı hukuk kurallarına (norm) bağlanamamasıdır. Bu durum, hukuka aykırı olmasa dahi etik olmayan pek çok olay ve eylemin varlığını ortaya koyar; bu alanlar hukuk için "gri alanlar" olarak adlandırılır. Maalesef bu gri alanlar hem özel hukukta hem kamu hukukunda bulunmaktadır. Kamu adına gücü kullananların eline geçtiğinde korkunç sonuçlar doğurmaktadır. Ayrıca hukuk alanında yasa koyucuların ve karar vericilerin insan olmasından dolayı maddesel doyumsuzluk, egoizm, kibir gibi insani zaaflar, tutkular ve dürtüler dogmalarla birleşerek daha adil ve doğruyu arayışın önünde engel teşkil etmekte, ortak doğru ve adalet için kolektif bilimsel çalışmayı engellemektedir.
Yazılı hukuk Kadim Roma’dan beri bu soruna çözüm aramaktadır. İşte tam bu noktada, soruna norm yaratma çabaları tarihsel süreçte belirli ölçütler getirmeye çalışmıştır. "Bona Fides" (İyi Niyet/Dürüstlük Kuralı), Pacta Sunt Servanda (Ahde Vefa), Pater Familias (İyi Aile Babası Özen ve Sorumluluğu), “Basiretli ve müdebbir tacir gibi davranmak” gibi kriterler özel hukukta halen kullanılmaktadır.
Özel Hukuk Alanında Bir Örnek: Bona Fides
Bona fides, Roma Hukuku’ndan günümüze gelen, ahlaki ve etik değerlere dayanan, sözleşmelerin kurulması, ifası ve yorumlanmasında gözetilen evrensel bir hukuk ilkesidir. Günümüzde ülkemizin de içerisinde yer aldığı Kıta Avrupası özel hukuk sisteminin dayanağını Roma-Germen hukuk sisteminin oluşturduğu düşünüldüğünde bin yıllara varan ve günümüzde de uygulanan sadakat, dürüstlük ve güvenin korunmasını ifade eden “iyi niyet” kavramıdır. Polybios'un eserleri, Roma'daki fides kavramının, sadece dürüstlüğü değil, cesaret ve tutarlılık gibi erdemleri de içine alan hukuk açısından önemini ortaya koyan önemli kanıtlar arasındadır.
Bona fides kavramının sınırları keskin değildir, adeta amorf bir yapıya sahiptir. Bu amorf yapısı ve ahlaki-etik değerlere dayanıyor olması, onun farklı ülkelerin hukuk kuralları arasında evrensel bir anlayış ve uygulama alanı bulmasını sağlamış, önemli bir köprü görevi görmüştür. Bona fides'in sözleşmeler hukukundaki üç temel işlevi şunlardır:
1. Yorumlayıcı, sözleşmelerin yorumlanmasında tarafların gerçek iradelerini ve hakkaniyeti gözetir,
2. Tamamlayıcı, sözleşmelerdeki boşlukları dürüstlük kuralına göre doldurur.
3. Düzeltici, hukuka uygun davranışların bile hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurmasını engeller, hakkın kötüye kullanılması yasağının temelini oluşturur.
Bona fides, kanunlarda açıkça düzenlenmeyen veya boşluk içeren durumlarda, tarafların dürüstlük ve hakkaniyet ilkelerine uygun davranmasını sağlamayı amaçlar. Birçok çağdaş hukuk sisteminde yer alan bu kavram, hâkimin takdir yetkisini kullanmasında ve hukuki boşlukları doldururken başvurulan temel ölçüttür. Hâkimlere geniş takdir yetkisi tanıyan bona fides, bu yetkilerin ölçülü kullanılması durumunda sözleşmeler hukukundaki tıkanıklıkları çözmektedir.
2.000 Yıldır Başaramadık!
Dürtüler, tutkular ve dogmaya karşı akıl ile erdem ve evrensel hümanist değerlerden oluşan etik arasındaki çelişki insan doğası ile güç ilişkilerinin paradoksudur. Bu nedenle insanın olduğu her sistem, kendi içinde yozlaşma potansiyeli taşır.
İnsanın olduğu her yönetimde güç dengesi ve denetim mekanizmaları hayati önemdedir. Bu nedenle hiçbir kurum yönetimi ve sistem hiçbir zaman tek adama bırakılamayacak kadar önemli ve değerlidir.
Bu döngü erdemli liderlik ve bilinçli yurttaşlık ile kırılabilir mi? Gerçi 2.000 yıldır başaramadık!
Peki teknoloji ve dijitalleşmenin geldiği noktada makineler (yapay zekâ) bu döngüyü hızlandırabilir ya da yavaşlatabilir ya da bir alternatif oluşturabilir mi? Ya da distopik bir sona mı evrileceğiz?
Haftaya 8. yazımızda; Yozlaşma Atlasında;