1. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken, demokrasi yalnızca otoriter yönetim biçimlerinin yükselişiyle değil, aynı zamanda liberal demokrasilerin içsel krizleriyle de sarsılmaktadır. Kurumsal güvencelerin aşındığı, sosyal devletin gerilediği, halk egemenliğinin piyasa egemenliğine dönüştüğü ve yurttaşların siyasetten dışlandığı bir dönemdeyiz. Bu derin kriz bağlamında, sosyal demokrasi sadece bir siyasal tercih değil, aynı zamanda halkın sesi, sosyal adaletin ve birlikte yaşama iradesinin siyasal ifadesi olarak öne çıkmaktadır.

Demokrasi Krizi ve Parçalanan Yurttaşlık

Bugün birçok ülkede halkın geniş kesimleri, siyasete olan güvenini kaybetmiş, sistemin yalnızca bir elit sınıfa hizmet ettiğine dair algı güçlenmiştir. Neoliberal politikalar ile şekillenen bu yapı, temel kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi, sosyal eşitsizliklerin derinleşmesi ve toplumsal güvencelerin ortadan kalkması gibi sonuçlar doğurmuştur. Bununla birlikte, halkın büyük kısmı siyasal temsilden dışlanmış, yalnızlaştırılmış, bireysel mücadeleye mahkûm bırakılmıştır.

Bu noktada liberal kimlik siyaseti, toplumsal çözülmeyi daha da hızlandıran bir dinamiğe dönüşmüştür. Bireylerin yalnızca cinsiyet, etnik köken ya da kültürel kimlikleri üzerinden tanımlandığı bir siyasal ortamda, sınıfsal çelişkiler görünmez kılınmış; ortak yaşam ve dayanışma duygusu yerine bireysel kimlikler etrafında kutuplaşma artmıştır. Oysa demokrasi, yalnızca bireylerin farklılıklarını tanımak değil; bu farklılıklar içinde eşitliği sağlamak ve yurttaşlık bağını güçlendirmek zorundadır.

Sosyal Demokrasi: Toplumun Ortak Vicdanı ve Eylem Çağrısı

Sosyal demokrasi, bu krize karşı geçmişte olduğu gibi bugün de umut olabilecek tek siyasal hattır. Çünkü sosyal demokrasi, yalnızca kimlikler arası eşitliği değil; herkesin insanca yaşayabileceği, güvenceli bir hayatı da savunur. Eğitimde, sağlıkta, barınmada ve gelir dağılımında adaleti sağlamak, tüm yurttaşların temel haklarına erişimini güvence altına almak ve toplumsal dayanışmayı yeniden inşa etmek sosyal demokrasinin asli görevidir.

Sosyal demokrasi kimlikleri reddetmez; aksine, kimliklerin eşit ve özgürce ifade edilmesini toplumsal barış için bir önkoşul olarak görür. Ancak bu eşitliği yalnızca hukuki bir metin olarak değil, maddi yaşam koşullarına indirger. Çünkü kimlik haklarının kullanımı da, tıpkı diğer yurttaşlık hakları gibi, ekonomik ve sosyal olanaklarla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu nedenle sosyal demokrasi, kimliklerin ardında yatan sınıfsal eşitsizlikleri görmeden bir özgürlük tahayyülünü eksik kabul eder.

Toplumsal Bilinç: Yeni Kuşaklar İçin Dayanışma Zeminidir

Türkiye’de özellikle genç kuşakların umutsuzluk ve yalnızlık hissiyle siyasetten uzaklaştığı bir dönemde, sosyal demokrasinin yeni bir toplumsal bilinç dalgası yaratması gerekmektedir. Bu bilinç; yalnızca politik bir program değil, aynı zamanda kolektif bir vicdan, ortak bir dayanışma kültürü ve tarihsel bir sorumluluk duygusudur. Gezi Parkı’nda, madencilerin mücadelelerinde, kadınların sokaktaki direnişinde ve gençlerin iklim için attığı her adımda bu bilinci görmek mümkündür. Sosyal demokrasi bu bilinçleri buluşturmalı ve kurumsallaştırmalıdır.

Bu bağlamda sosyal demokrasinin üç temel görevi vardır:

  • Yoksulluğa karşı mücadeleyi sınıfsal temelde örgütlemek,

  • Kimlikler üzerinden bölünen toplumu ortak yurttaşlık değerleri etrafında birleştirmek,

  • Demokratik kurumların yeniden inşası için halkın doğrudan katılımını güçlendirmek.

Kimlikçiliğin Ötesinde, Ortak Mücadeleye Dönüş

Sosyal demokrasinin karşısında duran en büyük engel, bireyleri yalnızca kimlikleriyle tanımlayan ve politikayı temsil değil temsiliyet kavgasına dönüştüren liberal kimlikçiliğin sığlığıdır. Bu anlayış, gerçek sorunların üstünü örter; bireyin kimliğini tanırken, onun yoksulluğunu, güvencesizliğini, işsizliğini görmezden gelir. Kimlikler elbette önemlidir; ancak bu kimliklerin eşit ve özgür olması için, onları güçlendiren toplumsal zeminlerin de adil olması gerekir. Bu nedenle sosyal demokrasi, bireysel özgürlükler ile kolektif dayanışma arasındaki dengeyi kurmak zorundadır.

Sosyal demokrasi, tüm bunların ötesinde bir gelecek tahayyülü sunar. Bu tahayyülde insanlar yalnızca tüketici ya da seçmen değil; aktif yurttaş, eşit birey ve kolektif aklın taşıyıcısıdır. Bu tahayyülde devlet yalnızca bir denetim aygıtı değil; sosyal adaletin teminatıdır. Ve en önemlisi, bu tahayyülde siyaset yalnızca kimliklerin çatışması değil; halkın ortak yararı etrafında birleştiği bir eylemdir.

Sonuç olarak, sosyal demokrasi; kimlikler arasında bir yarış değil, eşitlik temelinde bir birliktelik önerir. Günümüz demokrasisinin ihtiyaç duyduğu da tam olarak budur: Temsilin ötesine geçen, toplumu yeniden kuran, adaleti maddi gerçekliklerle buluşturan bir siyasal akıl. Liberal kimlikçiliğin dar bakışına karşı, sosyal demokrasi hep birlikte yaşanacak daha adil bir dünyanın mümkün olduğunu savunur. Çünkü toplumu ancak toplumsal bilinç, sınıf temelli adalet ve evrensel insan hakları üzerine inşa edebiliriz. Bu yolda sosyal demokrasinin sesi, geçmişin mirasını geleceğe taşıyacak yegâne umut olmaya devam etmektedir.

--

Muratcan IŞILDAK