Tarifsiz Izdırap
Acıyı yaşamanın doğru bir yöntemi, şekli yokmuş. Yaşadığımız acıyı anlamlaştırmaya çabalamak, anlaşılmak ya da anlatmak ne kadar da zormuş. Öncelikle kimse kimsenin acısını kıyaslamamalı ve ne kadar acı çektiğini ispatlamamalı; öteki türlüsü zaten acıya değil gösterişe giriyor gibime geliyor benim ve gerçekten ızdırap çekenlere saygısızlık.
Bir ebeveynini kaybetmek, hayatta şu ana kadar en çok korktuğum şeylerden biriydi. Herkes için öyle değil midir? Çok sevdiğin birini kaybetmek…
Korktuğum başıma geldi fakat. Nasıl hissettiğimi anlatmak değil derdim çünkü anlaşılamıyor insan bu noktada ve nasıl hissettiğimi bende bilmiyorum ve bu konuyla ilgili daha çok psikoloğumla konuşmayı da yeğlerim doğrusu.
Herkesin acısının kendine olduğunu, herkesin acısını anlayamayacağımızı ve anlamlandıramayacağımızı öğrendim sanırım. Tek düşüncem bu konuyla ilgili benimle, benim acım hakkında benden çok konuşulmaması, sizi bu durum; benim ve kardeşimin babamızı kaybetmemiz, annemin 32 senelik yol arkadaşını kaybetmesi kadar etkilemiyordur. Aşık atmak, yarıştırmakta yanlış tabii ki, fakat bu kaybın başkalarını etkileyişini dinlemek insanı daha da yoruyor.
Anlamsızlaşan anlar, babamı arayıp sorayım ona anlatayım dediğim dakikalar o kadar çok ki. Her ölüm vakitsizdir, adaletsizdir. İnsanın bir varlığa ya da hayata olan inancını sorgulatır.
Neden sorusunu her dakika sordurur insana.
Neden benim babam?
Neden biz?
Ama sanırım hayat böyle bir şey adaletsiz. Neyi ne kadar doğru dürüst yardımsever olarak yapsanız da hakketmeyenler her zaman toprağın altında kalıyor. Adalet, yargı da olduğu gibi kurallar ile hayatta sağlanılamıyor. Karma, iyilik yap denize at, kimseye kötülük yapma, hak yeme, dürüst ol, doğruyu yap, ama sonunda bir avuç toprak.
Adaleti yok, neden sorusunun cevabı hele hiç yok.
Acının doğru yaşanma şekli de yokmuş.
Yas, Türk Dil Kurumu’na göre şöyle tanımlanmış:
“Ölüm veya bir felaketten doğan acı; matem.”
Bir an olsun insanı rahat bırakmayan, sırtındaki kambur da denebilir bence.
Bazı sabahlar, yatağın seni içine çekmesi ve kalkmaya mecalin olamaması, bazı günse ne kadar vücudunu yorarsan yor istersen 3 saat koş, yine de uyuyamaman. İnsanların içindeyken yabancılaşman, her söylenenin sana boş gelmesi, geçmişe dönme isteği, tünelin sonundaki ışığı görmekte zorluk çekmek.
Bazen de belki de bir deli cesareti gibi sabahın 7’sinde kalkıp spora gidebilmek, çok verimli bir gün geçirmek, elinde olan an’ın en iyisini yapmaya çalışmak. Halen daha hayattan, kendinden ümidin varmışçasına hak aramak, mücadele etmek.
Hep bir 180 derecelik dönüşler içinde. Asla dengede değil. Fakat her iki durumda da eksik halde olmak.
https://www.youtube.com/watch?v=53angzfvABw&ab_channel=FazılSay
Muhyiddin Abdal’ın şiirinden esinlenerek Fazıl Say’ın bestelediği, Cem Adrian, Güvenç Dağüstün, Burcu Uyar ve Selva Erdener'in birlikte yorumladığı o tüyler ürperten eser: İnsan İnsan.
Edebiyatta her zaman olduğu gibi, bu şiirde ve bestelenen eserde tabii ki her insana dinlediğinde okuduğunda farklı anlamlar veriyor. Halen daha tam olarak anlaşılmadığını söyleyenler de var. Bugün dinleyişimle, 10 yıl önce ilk dinleyişim arasında hissettiklerim çok farklı. Maalesef ki bugün sanki daha çok anlıyorum gibime geliyor. En az senede bir kere arama motorunda anlamını sormuşluğum vardır.
Yaşam ile ölüm arasında, maneviyat ve maddiyat arasında, insanlık, muhtaçlık, ağlamanın anlamı, çaresiz olmak bunları anlatıyormuş bence…
28 yaşında anladım belki biraz da olsa. Daha önce mücadele olduğunu düşündüğüm her mücadelemin aslında bunun yanında hiç sayıldığını. Hayatta en değerli şeyin sağlık olduğunu. İnsanı en derinden etkileyen bir şey en sevdiklerini kaybetmesi, onları güçsüz görmesi. Değer yargılarımı tekrardan öğrendim mesela, an’ı yaşamanın önemini, 2 dakikanın önemini, kendi sınırlarımı gördüm tekrardan çizdim sildim yarattım, yani bir şeyler öğrenmedim değil de; keşke cahil kalsaydım.
İnsanı en çok yaralayan şey fiziksel acı değil, haksızlığın, mantıksızlığın verdiği ruhsal ıstıraptır. – Victor E. Frankl (İnsanın Anlam Arayışı kitabından)
Haksızlığın en büyüğü belki de, iyilik yap o seni gelir bulur ya da hak yemeden yaşayarak doğru dürüst olmaya çalışarak yaşamış iyi diye adlandırılmış insanların, kötü diye adlandırılmışlardan her zaman daha önce gitmesiymiş.
“İnsana en çok acı veren şey yaşadığı kötü günler değilmiş, en güzel anılarıymış. Halbuki insan normalde acıdan kaçmak için evrilmişti. Sen olsan kesin böyle derdin değil mi Berk? Peki o zaman söyle bakalım. İnsan neden… İnsan neden acı vereceğini bile bile hep geçmişi düşünür? Nostalji. Nostalji Yunanca bir kelimedir orijinali nostos algos’tur. Yunancada “nostos” dönüş, “algos” keder anlamında kullanılır. Nostos algos yani nostalji, dindirilememiş bir ger dönüş özleminin verdiği tarifsiz ızdırap olarak kullanılır.” – Mezarlık, Netflix dizisi…