Söyleşi: Öğretmen Olmak ya da Ol(a)mamak…
Fakir Baykurt’un "Onuncu Köy" romanındaki demirciden, mahallemizdeki kuaföre öğretmenlikten vazgeçiş hikâyesini anlatacağız. 1961 yılında yazılan "Onuncu Köy" romanı, köyden köye sürgün edilen bir öğretmenin, bu sürgünlere direnmek için istifa ederek demirci olarak çalışmasının hikâyesini anlatır. 65 yıl sonra bugün; Balıkesir Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Edebiyat Bölümü mezunu olup öğretmen olmaktan vazgeçerek kuaförlük yapan ve hayata tutunan bir genç var karşımızda. Bu röportaj, bir meslek hikâyesinden öte; hayalleri, sorgulamaları ve kendini bulma arayışı olan Ferdi Tunç'un hikâyesidir.
Hilal Bal: Öncelikle kendinden bahseder misin?
Ferdi Tunç: 1992'de Antalya'nın Muratpaşa ilçesinde doğdum ve 4-5 yaşına kadar orada yaşadık. Ailevi nedenlerle Adana'ya göç etmek zorunda kaldık. Orada kalsaydık eğitim hayatım dâhil her şeyin daha iyi olacağını düşünüyorum. Yeni bir şehir, yeni bir macera... Hayatımı tek bir cümleyle özetleyecek olursam, her şeye hep geç başladım. Okula da öyle, bazı temel ihtiyaçlara da... Ama en azından çocukluğumu herkes gibi sokakta oynayarak geçirdim.
Okula geç başlamam, diğerlerine göre daha olgun olmama sebep oldu. Ortaokulda notlarım iyiydi ancak lisede daha bilinçliydim, derslere daha çok asıldım ve işler yoluna girdi. Küçük yaşta, henüz 10 yaşındayken iş hayatına atıldım. Sabah işe gidip öğlen okula gidiyor ya da tam tersini yapıyordum; ikisini aynı anda yürütüyordum.
Hilal Bal: Hangi mahalledeydin?
Ferdi Tunç: Yenibey Mahallesi'ndeydik.
Hilal Bal: 'Kenar mahalle' denen yerlerdi, değil mi?
Ferdi Tunç: Evet, gecekonduydu.
Hilal Bal: Hangi işi yaptın?
Ferdi Tunç: Berberin yanında çıraktım ve aynı zamanda okula da gidiyordum. Ustam, ailemin beni doğru yönlendiremediğini fark etti ve bir gün defterimi, kalemimi, çantamı alıp beni okula gönderdi. Kimliğim 10 yaşındayken çıktı.
Hilal Bal: Yani senin hayatında ustan önemli biri.
Ferdi Tunç: Bu hayatta benim için önemli iki adam var; babam değil, dayım ve ustam. Dayım elimden tutup beni bir berberin yanına işe verdi, berber ustam ise elimden tutup okula götürdü. Bu iki insan, benim için çok değerli ve önemli.
Hilal Bal: Ustan gerçekten çok önemli bir şey yapmış. Hiç umursamayabilirdi, sadece işini yapan bir çırak olarak görebilirdi. Gerçekten bravo.
Ferdi Tunç: Evet, liseden sonra eğitim hayatım düzeldi. Kız kardeşimin desteğiyle dershaneye gidebildim. Meslek lisesi çıkışlı olduğum (İnşaat Teknolojileri Mimari Yapı ve Teknik Ressamlığı) için yüksek bir puan alabileceğim bir eğitim alamadım. Yoğun bir hazırlık sürecinin ardından, ikinci senede üniversite sınavını kazandım ve TM puan türünde 87 bininci oldum ve Balıkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Edebiyat Bölümünü kazandım.
Hilal Bal: Neden edebiyat?
Ferdi Tunç: Küçüklüğümden beri güzel sanatlara, resme, şiire ve edebiyata meraklıydım. Ortaokulda Türkçe derslerini çok seviyordum çünkü öğretmenim bizi derse bağladı. Aslında öğretmenimden etkilensem de, sanata doğuştan gelen bir ilgim vardı. Güzel Sanatlar Lisesi'ne hazırlanmak için heykeltıraş İsmet Çabuk'tan resim dersleri aldım. Kendisi Adana'da tanınan iyi bir sanatçıydı.
Ancak sınav çok yüksek bir yetenek seviyesi gerektiriyordu ve 200 kişi arasından sadece 30 öğrenci alınıyordu. 2-3 aylık bir hazırlıkla kazanmak mümkün değildi. Maalesef olmadı. Lisedeyken hobi olarak resim yapmaya devam ettim. Sanata olduğu kadar edebiyata da ilgim çoktu, bu yüzden içimde kalmasın diye Fen-Edebiyat Fakültesi'ni tercih ettim.
Hilal Bal: Öğretmen olmayı düşündün mü ya da kararın nasıl oldu?
Ferdi Tunç: Başta öğretmen olmak gibi bir bilincim yoktu. Üniversitede hocalarımız, Türk Dil Kurumu veya Türk Tarih Kurumu gibi kurumlarda çalışabileceğimizi ya da yüksek lisans ve öğretmenlik yapabileceğimizi söylediklerinde bu konuları düşünmeye başladım. Hocalarım bize her zaman yol gösterici oldular.
Bölümümün zorlukları vardı, ancak elimden geleni yaptım ve ortalamam kötü değildi. Özellikle Eski Türkçe, Eski Türk Edebiyatı ve Osmanlı Türkçesi gibi dersler beni zorladı. Bu süreç, pandemi dönemine denk geldiği için uzaktan eğitim almak zorunda kaldık. Hocalarımı çok sevdim. Yeni Türk edebiyatına ve halk edebiyatına merak sardım.
Ancak o dönemin siyasi konjonktürü bizi zorladı. Atamaların yapılmaması, mülakat süreci ve liyakatsizliğin devam etmesi, öğretmen olmaya karar verme aşamasındayken büyük bir hayal kırıklığı ve umutsuzluğa sebep oldu. Bizden beş altı yıl önce mezun olan ve atama bekleyen insanların zorlandığını görünce, boşa zaman kaybı olacağına ve bu işin olmayacağına karar verdik. Mecburen ekonomik olarak daha iyi bir gelecek sağlayabileceğimiz farklı alanlara yöneldik.
Orta halli bir aile olarak riske girecek durumda değildik. Kendi ilgi alanlarımı hiçe sayarak, para kazanabileceğim bir sektöre yönelmek zorunda kaldım. Çocukluğumdan beri kuaförlük yaptığım için bu meslek benim için kolay oldu. Neyse ki elim yatkın ve yetenekliyim, bu sayede şu anda usta pozisyonunda çalışabiliyorum. Sanırım küçüklükten çırak olarak yetişmenin ve erken yaşta mesleğe başlamanın meyvelerini topluyorum. Meslek lisesi mezunu olduğum için aslında inşaat teknikeri de olabilirdim.
Hilal Bal: Yani öğretmenlik mesleği senin için başlamadan sona erdi.
Ferdi Tunç: Evet, başlamadan bitti. Zaten Türkiye'de bazı şeyler zor ilerliyor, hele ekonomik şartlar elverişli değilse... Aile desteği de bir yere kadar oluyor. Çok zeki ve yetenekli olsanız bile bu tek başına yeterli gelmiyor. Her şey üst üste gelince, hayalleriniz maalesef yarıda kalıyor.
Hilal Bal: Edebiyatla ilgili hâlâ okumalar yapıyorsun, daha önceki konuşmamızda bahsetmiştin.
Ferdi Tunç: Zamanım el verdiği sürece Türk edebiyatı ve klasikler üzerine okumalar yapıyorum. Edebiyatla ilgili aklımda yapmak istediğim pek çok şey var ancak bu alanda yalnız kalıyorum çünkü mezun olduktan sonra hocalarınız sizinle ilgilenemezler, yalnızca arayıp bilgi alabilirsiniz.
Hilal Bal: Kör dövüşü gibi, sanki çok şey yapacakmış ama fırsat bulamıyormuş gibi hissettim. Sanatla ilgili, edebiyatla ilgili bir üretim yapacakken engellenmiş gibi.
Ferdi Tunç: Evet, daha fazla okuma yaparak kendimi geliştirecektim ancak maalesef bu durum dış etkenler nedeniyle engellendi.
Hilal Bal: Öğretmenlik mesleği senin için sadece bir meslek miydi yoksa bir anlam ifade ediyor muydu?
Ferdi Tunç: Başta böyle bir hedefim yoktu ama sonradan, ortaokulda ve lisede yaşadığım öğrenci-öğretmen ilişkilerini düşününce, bu mesleğin kutsal olduğunu fark ettim. Öğretmenliğin sadece bir meslek değil, aynı zamanda sorumluluk alarak 'taşın altına elini koymak' olduğunu anladım.
Öğretmenlerimin ve üniversite hocalarımın "Öğrencilerimiz ve ülkemiz için ne yapabiliriz?" gibi düşüncelerine tanık olduğum için, ben de öğretmen olsaydım bu mesleği ciddiye almak isterdim. İdealist bir şekilde öğrencilerime kendimi tamamen adayarak onlara rol model olmak ve bir faydamın dokunmasını istedim.
Hilal Bal: Kendini nasıl bir öğretmen olarak hayal ediyordun? Sen biraz hayatın içinden geldiğin için, çocukların ruhundan da anlarmışsın gibi geldi bana.
Ferdi Tunç: Belli başlı zorlukları görmüş biri olarak, her öğrencinin dünyasına uygun bir şekilde, onları sıkmadan eğitim verebileceğime inanıyorum. Sıkıcı konuları bile eğlenerek, sevdirerek ve kendi hayatımdan örnekler vererek daha iyi anlatabileceğimi düşünüyorum.
Hilal Bal: Özellikle senin yaşadığın bölgedeki çocukların buna daha çok ihtiyacı var.
Ferdi Tunç: Onlara bir şeyler öğretmek kolay değil, çünkü kafaları boş değil; belli problemlerle geliyorlar. Belki benim gibi okuldan sonra işe gidecekler ya da başka ailevi problemlerle mücadele edecekler. Kendi yaşantılarımdan dolayı onların zorluklarını daha iyi anladığım için derslerimi bu anlayışla anlatırdım.
Hilal Bal: Yani kendi yaşadıklarından dolayı çocuğun ruhunu daha iyi anlayabilirdim, diyorsun.
Ferdi Tunç: Aynen.
Hilal Bal: Kuaförlük mesleğinde seni en çok tatmin eden şey nedir?
Ferdi Tunç: Kuaförlük, elimin yatkın olduğu ve yapabildiğim bir iş. Bu meslekte kendimi geliştirip kendi salonumu açabilirim.
Hilal Bal: Öğretmenlik kadar gelecek kaygısı olan bir meslek değil yani.
Ferdi Tunç: Şu anki mesleğim, öğretmenlik kadar manevi faydası olan bir meslek olmasa da, arz-talep dengesiyle her zaman iş potansiyeli olan bir alan. Temel ihtiyaçlardan sonra tercih edilen, iş potansiyeli olan bir meslek, bu sayede gelecekle ilgili bir kaygı yaşamıyorum.
Hilal Bal: Öğretmenlikte bulamadığın hangi yönleri kuaförlükte buldun?
Ferdi Tunç: Öğretmenlikte bulamadığımı kuaförlükte buldum diyemem, çünkü ikisi çok farklı şeyler. Tek söyleyebileceğim şey ekonomik rahatlık. Öğretmenlik kutsal bir meslek, Mustafa Kemal'in milletin geleceği olan gençliği emanet ettiği kişilerdir öğretmenler. Bu nedenle hiçbir meslek onunla kıyaslanamaz.
Ancak, hangi işi yaparsanız yapın, hayatınızı idame ettirmeniz, geçiminizi sağlamanız gerekiyor. Bir aile kurmak istediğinizde de her şeyin parayla döndüğü bir gerçek. Bu açıdan, kuaförlük mesleğinin bana ekonomik olarak daha çok rahatlık sağlayacağını düşünüyorum. Manevi açıdan öğretmenliği hiçbir meslekle kıyaslayamam. Hatta öğretmenlerin çok iyi şartlarda karşılanması ve el üstünde tutulması gerektiğini düşünüyorum. Ama maalesef...
Hilal Bal: Senin çocukluğundaki öğretmenlik mesleği ile şimdiki öğretmenlik mesleği arasında ne gibi farklılıklar görüyorsun?
Ferdi Tunç: Çok farklı. Biz öğretmenlerimize anne ve baba gibi yaklaşırdık, onları sahiplenirdik. Şu anki nesil ne yazık ki öyle değil; anne ve babalarına bile saygıyı kaybetmiş durumdalar. Anne ve babalarının kontrol edemediği öğrencileri, öğretmenlerin kontrol etmesi çok zor. Toplumun öğretmene olan bakış açısı ve saygısı değişti. Siyasi söylemlerin ve toplumdaki bozulmanın, doğrudan öğretmen-öğrenci ilişkisine yansıdığını düşünüyorum. Bu durumun, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ele alınması gerekiyor.
Öğretmenlerin artık bir ağırlığı ve saygınlığı maalesef kalmadı. Bu yüzden şu anda öğretmen olarak devam etseydim, çok zorlanırdım. Yine de idealist bir öğretmen olarak, "Her şey vatan için" diyerek, bazı şeyleri sineye çekerdim. En tembel öğrencinin bile kalbine girebileceğime inanıyorum. Eskiden öğretmenlik daha kolaydı, mesleğin daha büyük bir değeri ve anlamı vardı.
Hilal Bal: Öğretmenlik mesleğini yapanlar için de durum böyle. Ekonomik olarak mutlu değiller ve artık çocuğun hayatına dokunup dönüşümünü sağlayabilme vasfın da kalmadı. Sadece bilgi aktarımı yapan teknik bir eleman gibisiniz.
Ferdi Tunç: Evet, maalesef. Atanan arkadaşlarım da "Biz mesleği seviyoruz, idealist yaklaşıyoruz ama inan çok zorlanıyoruz" diyorlar. Sadece dersini anlatıp evine gitme düşüncesindeler. Hem ekonomik olarak da öğretmenler tatmin edilmiyor. O kadar okuyorsun, ediyorsun ama bir öğretmen asgari ücretin iki katını almamalı, çok daha fazlasını almalı. Milletvekillerinin görevlerini yerine getirmeden bu kadar para alması, öğretmenlerimizin kendini bu kadar yıpratıp çok komik rakamlar alması kabul edilemez.
Hilal Bal: Peki, öğretmenlik yapan arkadaşlarının koşulları ile kendi koşullarını kıyasladığında hangi temel farklılıkları görüyorsun?
Ferdi Tunç: Aslında şöyle; öğretmenlik yapmasam da, ekonomik anlamda en az onlar kadar kendi koşullarımı sağlayabiliyorum.
Hilal Bal: Kuaförlük mesleğinin sana psikolojik bir rahatlama sağladığını söyleyebilir miyiz?
Ferdi Tunç: Her mesleğin zor tarafları var, elbette. Bu mesleğin de kendine özgü zorlukları var.
Hilal Bal: Öğretmenlik mesleği ile karşılaştırdığında?
Ferdi Tunç: Açıkçası, bence öğretmenlik daha zor. Herkesin kendini ifade edebileceği, sevdiği mesleği yapıp hem ondan mutlu olup hem de para kazanma isteği vardır. Ama bana "Şu anda hayattan yüzde yüz doyum alıyor musun?" diye sorarsanız, cevabım "Hayır" olur. Çünkü şu anda yaptığım iş bana para kazandırıyor olsa da, kendimi yüzde yüz ifade ettiğimi düşünmüyorum ve bu yüzden tam anlamıyla mutlu hissetmiyorum.
Hilal Bal: Eğer öğretmen olsaydın, mutlu olacaktın ancak ekonomik sıkıntılarla karşılaşacaktın. Şu anki mesleğin ise sana bir rahatlık sağlıyor. Şu anki koşullar ile "keşke öğretmenlik yapsaydım" diyorsun.
Ferdi Tunç: Evet, aynen öyle. Burada kazandığım para, atanan öğretmenlerin kazandığıyla neredeyse aynı. Ancak hem işimden haz alsaydım hem de ekonomik olarak tatmin olsaydım çok daha mutlu olurdum.
Aslında konuyu sadece öğretmenliğe indirgemeyelim. Şair ve yazar olarak edebiyatla ilgili yönlerimi de geliştirmek isterdim. Tamam, belli bir potansiyelim var ama geçmişe bakınca, benden daha zor koşullarda yaşamış, örneğin Orhan Kemal ve Yaşar Kemal gibi isimlerin nasıl eser verebildiğini görüyorum. Peki, ben neden olamıyorum diye soruyorum kendime. Bu durumun, bende bazı eksikliklerin olmasından veya benim şartlarımın onlarınkilerle aynı olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.
Bence benim dönemimde herkes her şeye çok kolay ulaşabiliyor. Oysa Orhan Kemal gibi yazarlar kendilerini bir konuya adayabiliyorlardı. Günümüzde bu çok zor. Kalabalığın içinde kayboluyorum ve hayat anlamsızlaşıyor. Yazanı da görüyorum, ama ne yazık ki kimse ona hak ettiği değeri vermiyor, kitap da okunmuyor. Ben yazsam ne olur ki diye düşünüp kendimi bir boşluğa bırakıyorum. "En azından bu mesleği yapsam da para kazanırım, hatta çöp toplasam da kazanırım" deyip kendimi akışa, bir anlamsızlığın içine bırakıyorsun.
Yine de, umutluyum. Kitap okuyorsan okuyorsun, kendini geliştiriyorsan geliştiriyorsun. Kim bilir, belki ben de bazı büyük yazarlar gibi elli yaşından sonra kendimi keşfederim. Çok geç yaşlarda yazanlar da var, belki öyle olurum diye düşünüyorum.
Hilal Bal: Ben de yeni yeni bir şeyler yazmaya başladım. Yaşama devam et. Zamanın var, biraz daha biriktir. Daha kısa da olsa her gün bir şeyler yazmaktan vazgeçme.
Ferdi Tunç: Evet. Hâlâ okuyorum ve kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Belki ilerleyen yaşlarımda bir şeyler yazarım, belki de yaşamın içinde kaybolup giderim. Hayatımda kendime yapacağım en büyük eleştiri, her şeye geç kalmış olmam ve her şeyden birazcık, her konuda biraz bilgi sahibi olmak. Edebiyattan, felsefeden, siyasetten, hayattan… Hayatımda hep bir yarım kalmışlık ve eksiklik oldu. Her şeyden biraz oluşu, hayatımda bana hep kaybettirdi.
Hilal Bal: Derine inememek gibi mi?
Ferdi Tunç: Evet, doğru bir tespit. Felsefeden, edebiyattan, hayattan, sanattan… Her şeyden biraz bilgi sahibi olmam, beni bir şeye yönelme veya bir şeye tam anlamıyla karar verme konusunda zorluyor. Sanırım bu aynı zamanda benim yapısal bir özelliğimden de kaynaklanıyor; karar vermekte zorlanan bir yapım var.
Hilal Bal: Dağılıyor insan.
Ferdi Tunç: Gelecekte ne olacağımı kendime bile kabul ettirememem beni geriye itiyor ve bir alanda uzman olmama engel oluyor. Bence temel sorunum, tek bir şeye odaklanamamak.
Hilal Bal: Aslında eski zamanın ruhu, odaklanmayı daha kolay hale getiriyordu, etrafta bu kadar çok uyaran yoktu. Şimdiyse etrafımız o kadar çok uyaranla dolu ki, "kaçırmış olma duygusu" da biraz bundan kaynaklanıyor. Bir şeyin ucundan tutarsak, diğeri elimizden kaçıp gidecekmiş gibi hissediyoruz.
Ferdi Tunç: Doğru aslında. Bir yandan da insanın kendini her alanda rahat hissetmesi lazım.
Hilal Bal: Gelecek kaygısı olmayacak, ekonomik kaygın olmayacak.
Ferdi Tunç: En başta ekonomi, çünkü ekonomi aslında zaman demektir. Zamanımı harcayarak para üretiyorum. Türkiye'nin şartları belli; en az 10 saat çalışman gerekiyor ki asgari ücret ya da biraz üstünü kazanabilesin. Geriye kalan zamanda ise dinlenmek zorundasın. Kitap mı okuyayım, evin sorunlarıyla mı ilgileneyim? İşten eve gidince evin ve yeme-içmenin sorumlulukları devreye giriyor. Mesela dün evimi boyadım. Aileme karşı sorumluluklarım var. Bu kadar yük varken, kendini gerçekleştirmek çok zor.
Hilal Bal: İnan, bu hepimizde var.
Ferdi Tunç: Bütün bunların sonucunda, Halit Ziya Uşaklıgil’in Kırık Hayatlar, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ya da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki karakterlere doğru gidiyor gibiyiz. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sındaki Raif Efendi gibi. Mesela yarın bir gün ben bir aile kursam, bana öyle geliyor ki Raif Efendi’nin yaşadığı sorunlara doğru giderim.
Toplumda bazı şeyler tam oturmadığı için, bunun kuracağım aileye de yansıyacağını düşünüyorum ve bu nedenle bir aile kurmaktan çekiniyorum. Evlenmek ve aile kurmak benim için büyük bir soru işareti; hem benim, hem eşim, hem de gelecekteki çocuklarım için büyük bir endişe ve risk taşıyor. Genel olarak büyük bir kaygım var. Ama tabii ki belli olmaz, hayatın içindeyiz. Bir bakarsın, birine âşık olur, birine kapılırsın ve o zaman her şeyi bir kenara bırakıp dört elle sarılır, onun ve ailen için çok güzel bir hayat kurabilirsin. Çünkü hayat değişkendir.
Hilal Bal: Yani, tüm bu kaygılara rağmen yine de umut kırıntıları var.
Ferdi Tunç: Bütün bu zorluklara rağmen insan, her şeye adapte olabilecek bir varlık. Tolstoy’un da dediği gibi, insanı en küçük bir kare parçasının üzerine koysanız bile, bir şekilde yaşamaya devam etmeyi başarır.
Hilal Bal: Adaptasyon yeteneği… Peki, üniversitede okurken sana kimler ilham veriyordu? Bugün kimler gündeminde?
Ferdi Tunç: Üniversiteye gitmeden önce de edebiyata ve yazarlara karşı ilgim vardı. Şiire meraklı olduğum için ortaokulda şiir yazmaya başlamıştım. Bu yüzden tabii ki Nâzım Hikmet diyebilirim. Aşk şairi diyorsanız Ümit Yaşar Oğuzcan, hem fikir ve ideoloji hem de aşk diyorsanız Nâzım Hikmet derim.
Hilal Bal: Yaşamaya dair her şey var Nâzım'da.
Ferdi Tunç: Evet, aynı zamanda aşk şiiri denince aklıma Ümit Yaşar Oğuzcan geliyor. Hem bir ideolojiyi savunup hem de Anadolu'yu anlatan bir yazar diyorsanız, Sabahattin Ali'yi de çok severim. Üniversite yıllarımda hocalarımın ona olan düşkünlüğü, benim de ona ilgi duymamı sağladı. Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan ve Kuyucaklı Yusuf gibi eserlerini okurken, hocalarımın da ilgisi sayesinde ona daha çok merak sardım çünkü her sene onunla ilgili bir etkinlik düzenlerdik.
Genel olarak Türk edebiyatında klasik diyebileceğimiz eserler de bana ilham verir. Halit Ziya Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar ve Mavi ve Siyah'ını çok okurdum. Yaşar Kemal'in kitaplarını ve İnce Memed'ini de severim.
Hilal Bal: Şimdi neler okuyorsun?
Ferdi Tunç: Şu anda dünya klasiklerine odaklandım. Tolstoy’un İtiraflarım adlı kitabından etkilendim. Kitapta hem kendini, hem dini, hem de hayatın amacını sorgulaması çok hoşuma gitti. Victor Hugo’nun Sefiller’i de beni çok etkiledi. Dostoyevski'nin dili ve anlatımı ağır olduğu için okurken beni yordu; bu kitapları daha iyi anlamak için birkaç kez daha okuyup çözümlemek gerekiyor.
Şimdi ise Cervantes'in Don Kişot'unu okuyorum. Kitabı eğlenceli buldum; maceraperest bir adamın, çok kitap okuduğu için ütopik bir hayal dünyasına nasıl sürüklendiğini anlatırken, yazarın hem kendisiyle hem de yaşadığı zamanın ruhuyla dalga geçtiğini görmek oldukça ilginç.
Hilal Bal: Peki, Cervantes'in eserini günümüz dünyasıyla ilişkilendirebiliyor musunuz? Bu "ütopik kafaya giriş" durumu, modern hayatta da karşılığını buluyor mu sizce?
Ferdi Tunç: Oradaki toplum yaşamı, bireylerin kafa yapısı ve dünyası, günümüzle pek örtüşmüyor. Çünkü o dönemde savaş ve hayatta kalma mücadelesi vardı. Bireylerin edebiyatı düşünmeye vakti olduğunu sanmıyorum. Kendi fantezilerini veya kendilerini ifade edebilecekleri alanlara yönelebildiklerini de düşünmüyorum. Oysa bizler, bu tür şeylere daha meyilliyiz. Ben de mesela kitap okuyabilirim, oyun oynayabilirim veya dünyayı dolaşabilirim; ancak onların böyle bir lüksü yoktu.
Hilal Bal: Onların dış dünyayla bağ kuramaması, yani bizler sanal dünyada dahi evrensel bir bakış açısı geliştirebilirken, onların dünyası kendi fiziksel sınırlarıyla mı çevriliydi?
Ferdi Tunç: Evet, doğru. Mesela ben şimdi her türlü kitaba ulaşabiliyorum, ancak onlar için bu durum o kadar kolay değildi. Onlar kendi kısıtlı dünyaları içinde, din kitapları ve çevrelerindeki sınırlı bilgilerle dünyayı anlamlandırıyorlardı. Aynı şeyleri okuyup, aynı şeyleri görünce belli kalıplarda düşünceye sahip oluyorlardı. Bizler ise daha evrensel bakabiliyor ve çoğu şeye daha açığız. Daha geniş bir dünyayı görebiliyoruz.
Fakat bizde zaman çok hızlı akıyor, onlarda ise çok daha yavaş akıyordu. Mesela benim okuduğum Don Kişot ile o zamandakinin okuduğu arasında dünya kadar fark var. Çünkü onun odağı ile benim odağım birbirinden tamamen farklı. Ben, o dönemdeki insanın bizden daha zeki olduğunu düşünüyorum, çünkü onun algısını dağıtacak fazla bir şey yoktu. Bizim algımızı dağıtacak milyonlarca şey var. Bu yüzden biz, odaklanamama ve bir şeylere yoğunlaşamama sorunu yaşıyoruz.
Hilal Bal: Bu durum, aynı zamanda düzenin de işine gelen bir şey.
Ferdi Tunç: Tabii ki. Devlet, şirketler, oyun sektörü ve medya sektörü bizi kullanıyor.
Hilal Bal: Aslında, kullanıma çok açığız.
Ferdi Tunç: Evet, keşke daha sakin bir nesilde yaşasaydık. Ama insan, ne olursa olsun her şeye aç olduğu için, her dönemde ölmeyecekmiş gibi tüm evreni anlamaya çalışıyor.
Hilal Bal: Sayın Ferdi Tunç, bu keyifli sohbet için teşekkür ederiz.
Hayattan, insandan, eskiden ve edebiyattan konuştuk; her şeye hâkim olma arzusunu irdeledik. Her şeyi merak etmenin, merak duygusunun güzelliğini konuştuk. Hayatta yarım kalmışlıkları, her şeye biraz biraz yetenekli olmanın getirdiği derin bakış açısını anlattı bana. Olması gereken yerde olamamanın ve kendini gerçekleştirememenin sancıları... Tüm bunlara rağmen hayattan tat alma, karamsar olmama ve akışta kalma zorunluluğunu vurguladı. Yaşadığı varoluş sancısıyla beraber, anlam arayışını da konuştuk. Ve o son söz, tüm röportajı özetledi: "Kendimi gerçekten ait olduğum yerde hissetseydim, bu kadar mutsuz olmazdım."
Bu ülkede gerçekten olması gereken yerde olan var mı acaba?