Güven BOĞA: "Benim öğretmenlik yolculuğum, 1995 yılının 20 Ocak günü başlamadan çok önce, haksızlığın dikenli yollarında şekillendi."

5 Ekim’in Gölgelerinden Yükselen Ses: Benim Onur Bahçem ve Hukuksuzluğun Belgesi

Whatsapp Image 2025 10 05 At 08.28.18 (5)

Bugün 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü. Bu kutsal günü, tahtaların kokusunu, binlerce çocuğun gözlerindeki parıltıyı yüreğinde taşıyan, lakin hayatı boyunca adalet arayışından bir an olsun vazgeçmemiş bir eğitimci olarak düşünüyorum. Öğretmenlik, benim için sadece bir meslek değil, beni ben yapan kimliklerimden biri oldu; başka hiçbir işle kıyaslamadığım bir güzellik. Tepebağ, Motor Meslek, İncirlik Liselerinde, Kenan Evren, Karaisalı Salbaş ve Kuzgun İlkokullarında görev yaptığım o yıllar, o güzel işlere imza attığımız günler, zihnimde birer onur nişanesi gibi duruyor.

Benim öğretmenlik yolculuğum, 1995 yılının 20 Ocak günü başlamadan çok önce, haksızlığın dikenli yollarında şekillendi. 12 Eylül 1980 darbesinin karanlığına boyun eğmeyeceğimi haykırmak için astığım 1 Mayıs afişi, bana ağır işkenceler, Köprüköyü ve Adana Kapalı Cezaevlerini reva gördü. Henüz öğretmen olamadan ‘sabıkalı’ damgası yemiştim ve bu kimliği silmek için Memnu Hakları İade davası açmak zorunda kaldım. Her ne kadar sonrasında kurulan komisyonun onayıyla öğretmenliğe atanmış olsam da, o ilk yaralar, mücadelemin tohumlarıydı.

Whatsapp Image 2025 10 05 At 08.28.18 (2)

Kırk Yıllık Bir Tohumun Yeşermesi: Barış ve Emeğin İzinde

Kırk yıldır süren bu direniş, emek, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin hangi zorluklarla yürütüldüğünün açık bir örneğidir. Tüm yaşamım boyunca sendikal hak ve özgürlükleri merkeze aldım, ısrarla barış istedim ve toplumsal uzlaşmayı gerektiren işlere emek verdim. KESK’e bağlı Eğitim Sen Adana Şubesi’nde tam 13 yıl yöneticilik yaptım; bunun altı yılı şube başkanlığıydı. Öğrenci liderliği, gazetecilik, sendikacılık ve Uluslararası Af Örgütü Merkez Denetleme Kurulu üyeliği gibi birçok alanda etkin oldum. Barış için zeytin ağacı dikmekten, 12 Eylül sonrası Adana’daki ilk 1 Mayıs mitinginin tertip komitesinde yer almaya kadar, farklılıkların bir arada kardeşçe yaşaması için her platformu bir görev bildim. Çünkü benim farklı düşünmem, ülkenin kardeşçe yaşamasının önünde engel teşkil edemez; aksine, farklılıkları düşmanlaştırmak bu topraklara ihanettir diye düşündüm.

İnsani Taleplerin Yargılanması: Onurumun Belgesi

Bu onurlu duruşumun bedeli ise, 'yargılanma bohçası' içinde birikti. 1981’den başlayıp 2019’a kadar uzanan, çoğu beraatlarla sonuçlanmış onlarca dava. Şahsıma en fazla, "2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına aykırılık"tan dava açıldı. Toplam 13 davadan on biri beraat ile sonuçlandı.

Bu davalar, sadece yasalara muhalefet davası değil, aksine bir eğitimcinin en temel insani taleplere sahip çıkma çabasının yargılanmasıydı:

  • Cezaevlerindeki açlık grevlerinin kritik aşamaya gelmesini barışçıl bir yürüyüşle protesto ettiğim için gözaltına alındım, işkence gördüm ve yargılandım.
  • İşsizliğe ve Pahalılığa Karşı Miting düzenlediğim için yargılandım.
  • Sendikal hak ve talepler için yaptığım basın açıklamaları, Eğitim Sen Üyelerinin Sürgün ve Soruşturmalarına Karşı çıktığım eylemler, hatta 1 Eylül Dünya Barış Günü Mitingi’ne katılmam dahi dava konusu yapıldı.
  • Gazetecilik yaptığım dönemde çektiğim fotoğraflar nedeniyle gözaltına alınıp ağır işkence gördüm ve bu davayı AİHM'e taşıyarak Türkiye'yi mahkum ettirdim (85 bin Fransız Frangı ödenmesine karar verildi).
  • Kabahatler Kanunu uyarınca kesilen 15 kez para cezasının konusu ise; Dersim Katliamını protesto etmek, Tekel İşçilerine Destek Yürüyüşlerine katılmak, Kreş hakkı konulu basın açıklamasına katılmak gibi en temel emek ve insan hakları talepleriydi. Bu para cezalarıyla ilgili başvurularımın bir kısmında da AİHM Türkiye’yi mahkûm etti.

Bu davalar, benim barışçıl eylemlerimin, sendikal hak ve talepler için yaptığım basın açıklamalarının, yani eğitimci kimliğimin gereği olan vicdanımın nasıl suç addedilmeye çalışıldığının belgesidir.

KHK’nın Acı Rüzgarı ve Duygu Kırıklığı

Öğretmenlikten ayrılıp Seyhan Belediyesi’nde Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü ve Basın Yayın Müdürlüğü görevlerini üstlendiğimde de topluma faydalı işler yapma gayretim sürdü. Ancak 22 Kasım 2016 tarihinde yayımlanan 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK), hayatımı bir anda değiştiren soğuk bir rüzgar oldu. Görevimden ihraç edildim ve bu ihraçla birlikte ne yazık ki ailemiz büyük bir travma yaşadı: Ailemin tüm bireylerine yurt dışına çıkış yasağı konuldu.

Whatsapp Image 2025 10 05 At 08.28.18 (4)

Bugün, 5 Ekim’de, KHK’lı birçok arkadaşım gibi, içimizde büyük bir duygu kırıklığı ve yalnızlık hissi yaşıyoruz. Çünkü uğradığımız bu haksızlıkları görmezden gelmeye çalışanların duyarsızlığına kahrolmamak elde değil.

Bu hukuksuzluk, ihraç gerekçelerimin incelenmesinde en çıplak haliyle ortaya çıktı:

  1. Hakkımda takipsizlik kararı verilmiş olan 1 Mayıs 2010 Mitingi Tertip Komitesi Başkanlığı, ihraç gerekçesi yapıldı.
  2. Yargılandığım ve beraat ettiğim HDK davası (39 basın açıklaması ve izinli mitingler suç gibi gösterilerek) yine ihraç gerekçesi sayıldı. Bu beraat kararından tam yedi ay sonra OHAL Komisyonu, işe geri dönüşümü reddetti; bu, yaşadığımız saçmalığın en net örneğidir.
  3. Daha da trajik olanı, barışçıl bir gösteride polisin saldırısı sonucu yaralandığım ve Anayasa Mahkemesi'nin lehimde karar vererek 27 bin 500 TL manevi tazminat ödenmesine hükmettiği basın açıklamasına katılmam, ihraç gerekçelerim arasında gösterildi. Yani, devletin en yüksek yargı organı tarafından haklı bulunan bir mağduriyet, KHK ile bir suçlama vesikasına dönüştü.

Hayatım, bu hukuksuzluklarla mücadele içinde geçti ve geçmeye devam ediyor. 40 yıllık bu direniş, Türkiye’de emsali hemen hemen olmayan bir hukuksuzluğun belgesidir. Ancak bu, yılacağımız anlamına gelmiyor.

Bir Eğitimcinin Ahdi: Barış ve Demokrasi Vazifesi

Benim öğretmenlik yaşamım boyunca yaptığım işler, barışçıl eylemlerim ve sendikal faaliyetlerim; yargılanmalarım benim için daima bir onurdur. Dünya Öğretmenler Günü’nde, bu onuru kalbimde taşıyorum.

Tüm renkliliklerin var olmasını ve birlikte yaşamasını sağlayacak en demokratik ve özgürlükçü bir ortamın yaratılması gerektiğine inanıyorum. Dün verdiğim bu mücadeleyi, bugün de, yarın da bir insanlık vazifesi olarak görmeyi sürdüreceğim. OHAL Komisyonundan gelen ret kararına karşılık başlattığım hukuki süreç (Ankara 21. İdari Mahkemesi'ne itiraz ettim) devam ediyor. İşe geri dönüş için yaptığım girişimimin şu anki aşaması Anayasa Mahkemesidir. Bu sürecin olumlu sonuçlanmasını umuyorum.

Bugün, tahtanın önünde olamasam da, adalet ve barış için mücadele eden bir eğitimcinin sesi olarak, yaşananların, hafızalara kazınması gereken bir hukuksuzluk destanı olduğunu bir kez daha ilan ediyorum. Farklılıkları düşmanlaştıran değil, farklılıkların bir arada yaşaması için çaba gösteren bir toplum hayali, benim kırk yıllık ahdimdir. Bu ahit, 5 Ekim'in bize yüklediği en kutsal derstir.